Tarihi günlerden geçiyoruz.Geçen hafta 12 Mart günü, İstiklal Marşı'nın kabulünün yıldönümü idi.

İstiklal Marşımız 1921 yılında yazıldı. O kara günlerde, ülkemiz işgal edilmiş ve içten ve dıştan düşman saldırısına uğramıştı. İstiklal Marşımız; o günkü imanın, vatan sevgisinin ve kurtuluş mücadelesinin sembolü oldu.

İstiklal Marşımızın yazıldığı şartları unutmamalıyız. Neslimize İstiklal mücadelemizi çok iyi öğretmeliyiz. Milli marşımız, bir futbol maçı öncesi ya da bir Pazartesi günü; okul girişi öncesi söylenen, resmi bir marş değildir sadece.

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un şu sözünü, milletimizin her ferdi iyi bilmeli: ''Allah bir daha bu millete istiklal marşı yazdırmasın''

O günlerin üzerinden 96 yıl geçti. İçinde bulunduğumuz şartlar, o günlerden çok farklı değil. Yurdumuz yine içten ve dıştan saldırı altında.

İstiklal Mücadelemiz o gün bitmedi, bugün de devam ediyor. Bu günlerde de o günlerdeki gibi İstiklal Marşımızın taşıdığı ruha, sahip olmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki; o gün ülkemize saldıranlar, bugün farklı metot ve yollarla saldırılarına devam ediyorlar.

MİLLİ ŞARİMİZLE İLGİLİ CEVAP BEKLEYEN SORULAR

Bu arada resmi tarihimizin cevapsız bıraktığı bazı sorulara da cevap bulmak gerekiyor: Milli Şairimiz Mehmet Akif, İstiklal Marşı'nı Türk milletine armağan ettikten sonra neden sürgüne gider gibi Mısır'a gitti?

Evet, Mehmet Akif, kızlarını Türkiye'de bırakarak 1925-1936 yılları arasında dönmemek üzere eşi ve iki oğluyla Mısır'a gitmişti.

Mehmet Akif, bu gidişin sebebini soranlara; "Arkamda hafiye gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum. İşte, bundan dolayı gidiyorum" sözleriyle cevap verirken, ne demek istemişti?

Mehmet Akif, hak ettiği halde emekli maaşını bile alamamıştır. Neden?

Mehmet Akif bu yıllarda bir de Kur'an-ı Kerim meali yazdı. Ancak bu mealin yayınlanmayarak yakılmasını vasiyet etti. Neden?

Haziran 1936'da İstanbul'a dönebilen, 27 Aralık 1936'da hayatını kaybedip Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilen Milli Şairimizin cenazesine, çok az sayıda cemaat katılabildi. Cenaze töreni yaptırılmadı. Neden?

Resmi makamlar, cenazesiyle ilgilenmediler. 28 Aralık 1936'da,şiddetli bir soğukta, Cenazeyi taşıyan otomobili, Beyazıt Camii'nde üniversite öğrencileri karşılamışlardı. Tabutun örtüsüz olduğunu görünce, Türk bayrağı bulmuşlar ve tabutun üstüne örtmüşlerdi. Milli Şairimiz son gününde, neden böyle garip ve mazlum yolcu edilmişti?

ÇANAKKALE'Yİ GEÇMEYE ÇALIŞIYORLAR

Tarihi günlerden geçiyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu 18 Mart günü, Çanakkale Zaferi'nin yıldönümü idi.

O kara günlerde, ülkemiz yine düşman saldırısına uğramıştı. Çanakkale Zaferi; o günkü imanın, vatan sevgisinin ve kurtuluş mücadelesinin sembolü oldu.

Çanakkale Zaferinin kazanıldığı şartları unutmamalıyız. Neslimize Çanakkale'de ki zaferin anlamını çok iyi öğretmeliyiz. Milletimizin her bir ferdi Çanakkale ruhuna sahip olmalı.

O günlerin üzerinden 102 yıl geçti. İçinde bulunduğumuz şartlar, o günlerden çok farklı değil. Yurdumuz yine içten ve dıştan saldırı altında.
İstiklal Mücadelemiz o gün bitmedi, bugün de devam ediyor. Bu günlerde de o günlerdeki gibi Çanakkale Zaferi'nin taşıdığı ruha, sahip olmamız gerekiyor.

Bu ruh; okulların hazırladığı sahne programları veya öğrencilerin katıldığı Çanakkale gezileri ile sınırlı kalmamalı. Unutmayalım ki; o gün ülkemize saldıranlar, bugün farklı metot ve yollarla saldırılarına devam ediyorlar.

Dün Çanakkale'yi geçemeyenler, bugün farklı yollardan geçmeye çalışıyorlar.
Demem odur ki; gün aynı gün, tarih aynı tarih, savaş aynı şavaş... Değişen bir şey yok... Hak ile Batıl'ın savaşı devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecek.

Peki ne yapacağız? Ne mi yapacağız? Dün Çanakkale'de, Sakarya'da, dedelerimiz ne yaptıysa onu yapacağız: Ya İstiklal, Ya Şehadet!