Kıymetli Hocam, Bundan yıllar öncesini hatırlıyorum yaş otuzbeş, yolun yarısındayken. İstanbul'a defalarca geldiğim onca zamandansa " o gün" vuruyor aklımın kıyısına. On beş yaşımdayken hatrını hala saydığım Hocamız ile birlikte yaptığımız geziyi. Gördüğüm sokaklarda adeta kendimin meraklı gözlerini seyrediyorum. Ne kadar da yabancıyım ben öyle, bu şehre! Ellerimizde telefonlar, aynı dört-beş yaşlarındaki bir çocuk gibi her şeyi çekiyor, hafızalarımıza kazıyoruz. Tabii gezi öncesi heyecandan yumamadığımız gözler yorgun ama ruhlar dinç, enerjiler hazırda bekliyor harcanmak için. Yerimizde duramıyoruz adeta, bu hızlı şehire yetişmeye çalışıyoruz. Fakat şunu unutuyoruz ki İstanbul yılların maratoncusu. Rakip çıkan herkesi atlamadan eleyen bu yer, bizi henüz havası yüzümüze çarptığı gibi etkisi altına alıyor. Bindiğimiz feribotta dahi fotoğraf karelerine sığdırmaya çalışıyoruz, koca İstanbul'u, denizi ve manzarasını.

Sayın Hocam, Şimdi oturduğum yerden kahvemi yudumlarken bir iç çekiyorum sizi anarak "Nereden bilecektik ki Hocam, biz bu diyarı?" yaş aldıkça idrak ediyor tabii insan. Sonra Ayasofya'ya ulaştığımızdaki heyecanımız, adeta fal taşı gibi olan gözlerimiz nasıl da ışıl ışıl parlıyor öyle. Onaltı tane pırıl pırıl genç, siz, eşiniz ve bir teyzemiz ile (tabiri caizse) mahşerin ondokuz atlısı ablukaya almaya gidiyoruz koca Ayasofya'yı. O zamanlar kanımız deli akıyor, söyleseydiniz inanır, hazır ve nazır olurduk karşınızda.

Hocam, öylesine iyi hatırlıyorum ki ilk girdiğimizdeki şaşkınlığımızı. Sanki bir hafta öncesiymiş gibi. Daha kapısının girişinde etkisi altına almıştı bizi bu efsunkar mabet. Metrelerce yüksek Ayasofya'nın daha kapısında küçücük kalmıştık. İçeriye girdiğimizde hepten ufalıyorduk sanki. Biz miydik gittikçe küçülen, yoksa Ayasofya mıydı gittikçe arşa uzanan? Kelimelerin adeta anlatmaya mecali yetmeyip bitap düştüğü bu yer, girenlerin her tarafı zihnine kazmaya çalışmasına neden oluyordu. Asılan devasa avizeler, büyüleyici tezhip sanatıyla süslenmiş levhalar, önceden kilise olması nedeniyle resmedilmiş suretler... Namaz öncesi yer edindiğimiz ön saflarda otururken etrafta gördüğümüz yerlerde adeta eskiden buralarda yaşayan insanlar canlanıyordu gözümüzün önünde. Sizin sayenizde, sabah namazını burada hiç olmadığı kadar huşu ve huzur ile kılmıştık. Kıldırandan, kılanlardan Allah razı olsun.

Buradan sonra tekrardan bindirmiştiniz bizi otobüse. Yolculuk öncesi "Nereyi görmek istiyorsunuz kızlar?" sorunuza karşın, Hazerfan Ahmet Çelebinin uçuşunda başlangıç noktasını: "Galata Kulesi'ni istiyoruz." demiştik. Verdiğiniz sözü tutup bizi götürmüştünüz. Tabii o zamanlar yaş on beş - on altıydı hocam. Reşit olmayınca ücretsiz girebilme imkanı bulmuştuk o sanat eserine. Gülerek birbirimize "yırttık mı paçayı?" demiştik. Tabii yer İstanbul. Kolay mı öyle, hemen koskoca Galata Kulesine girmek? Bizi bekleyen upuzun kuyruğu katlanır hale getiren yine bu şehrin vazgeçilmezi sokak sanatçıları olmuştu.

Galata'nın içine ulaştığımızda altıncı kata kadar asansörle çıkmıştık. Sonrası, ışıklandırması bol, dar merdivenlerden geçmekle devam etmiştik. Nasıl da heyecan sarmıştı her tarafımızı, koskoca İstanbul ayaklar altındaymış gibi. O gün, iyi günümüze denk gelmiştik ki kullanılan dürbünler de bedavaydı, yanlış hatırlamıyorsam. Her tarafı görmemiz yetmiyormuş gibi bir de yakından varıyorduk tadına. Ancak vaktimiz azdı, gezmek istediğimiz yer çok. Bu nedenle "topla bizimkileri, durak değiştiriyoruz" demiştiniz. Tekrar yola katmıştık kendimizi.

Bu sefer onbeş yirmi yıl önceki zamanların ünlü dizisinin çekildiği apartmana gitmek istemişti arkadaşlarım. İzlemediğim için ilgimi çekmiyordu ancak anca beraber kanca beraber geziyorduk hemdemlerimizle. Vardığımızda her ne kadar takip etmesem de diziyi ilgimi çekmişti o bina, iyi hatırlıyorum. Kafamı apartmanın kapısının camına yaslamış içeriyi seyre koyulmuştum bir an. İlgimi çekmiyordu ya(!) (YARIN DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)

SALİHA BAYRAM

İNEGÖL ANADOLU KIZ İMAM HATİP LİSESİ