Uzun zamandır kitapların dünyasından uzakta yaşıyorum. Zira "Sesli Makale" diye bir siteye girince ve yazarların internetten konuşmalarını dinleyince "okumaya gerek kalmıyor" sanıyor insan. Kitabın sıcaklığı uzakta kaldıkça zihnimin zayıfladığını sanıyorum. Okumak, soğuk havanın uyuşmuş bedene yaptığı etkiyi yapıyor insan beynine. Bir kitap tanıtımı olsun diye yazdığım bir yazımı paylaşmak istiyorum sizinle;

Buyurun tanışın...

-Ey kitap, bu falanca ademoğlu...("Tanıştığıma memnun oldum" der kitap)

-Ademoğlu bu da "İnsanlığın Son Adası; Osmanlı" isimli kitap (Ben, henüz ne diyeceğimi bilmiyorum" der insanoğlu)

"İşiniz yoksa yaz günlerinin sıcaklığında gözlerinize zor bir görev veriniz. Karalanmış satırların üzeriden sürünerek geçen bakışlarınız zihninize bir miktar şaşıracağınız bilgiler taşıyacaktır.

Evet, sizlere son okuduğum kitaptan bahsetmek istiyorum. Liseli yıllarda okuyup doğruluğuna boyun eğdiğimiz bilgilerin ufaktan ufaktan savrulduğunu görmek hem sarsıyor hem de sevindiriyordu. Zira dünyanın en güçlü devleti Osmanlı ve mübarek tarihimiz hakkında lekeli bilgiler taşımak hoşuma gitmiyordu. Gerçi yazarın ne yapıp edip Osmanlı'yı haklı çıkarma çabasını takdir etmedim değil. Lakin hem sağcısı, hem solcusu hem de muhafazakarı belli konularda birleşmiş aynı şarkıyı söyleyince "doğru gibi" geliyor insana.

Tabii yazarımız Mustafa Armağan öyle körü körüne sallamıyor. Dipnotları ve alıntılara göz gezdirince anlıyorsunuz, ortaya konulan çalışmanın çapını. Ayrıca bizce bilinen yazarları da tek tek sayınca onlardan da haberdar olduğunu anlıyorsunuz. İçinizden bir haykırma geliyor "ama bu kadar da olmaz ki, bu kadar da yanlış yazılmaz ki..."

Fakat kitapta beni çarpan satırların bir bir altını çizdim. Bunlardan birkaç kelime özellikle dikkatimi çekti. Osmanlı asla bir sömürgeci olmadı. Bu ifade bu günlerde daha bir anlamlı geldi bana. Güçlü olup da adil kalabilen kaç insan vardır. "Güç"ü "hak"ın kaynağı, dayanağı zanneden nice zalim kol gezmektedir. İnsanlığın en güzel kelimelerini (hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar) kendi sömürgeci anlayışlarına kamuflaj yapan ülkeleri izliyoruz. O sebepten atalarımızın sömürgeci olmayışları ve en zayıf dönemlerinde bile onlara karşı destansı mücadele vermiş olmaları göğsümü kabartı.

Tarih felsefesine ve metodolojisine yönelik yaptığı dokunuşlar da bir başka ilginç yanı idi kitabın. Bana düşer mi bilmiyorum ama tarih öğretmenlerimiz bu kitabı lise öğrencilerine okutmalı ve üzerinde tartışmalar yapmalı. Birbirinden kopya yöntemi ile yazılan onlarca esere teslim olmuş zihinler, düşünen ve farklıyı araştıran bir beyinle karşılaşacaklardır. Biz, öğrencilerin her önüne koyulanı yediğini zannediyoruz.

Kitapta öncelikle yükselme duraklama ve gerileme dönemlerinin "Kime ve hangi ölçüye göre yapıldığı" sorusu gıdıklıyor beynimizi "hoppala bir de burası mı?" diyesiniz geliyor. Gerileme döneminde önümüze koyduğu örneklerin dünya çapında olması dudağımızı uçuklatıyor. Şaşırabilirsiniz.

Tarih kitaplarını karşılaştırmalı okumak gerekir. Osmanlı bir cihan devleti idi. Onun hakkında herkes bir şeyler yazmış olabilir. "Osmanlıyı tanımadan bir dünya tarihi yazılamaz" deniliyor ki, çok doğrudur.

Matbaanın ülkemize geç gelmesi ile geri kalmışız, matbaayı yasaklayan ulema imiş vb. bu iddiaların hiç biri gerçeği yansıtmıyormuş. Bunları önceden de biliyordum. Aykırı yöndeki bilgi bombardımanına karşı bir kez daha okudum. Ardından Kapitülasyonların öyle ağır bir şey olamadığını ve Osmanlının ne anlama geldiğini bilmek güzeldi. Yeniçeri ocağının kaldırılmasını ben de Vaka-yı Hayriye olarak düşünürken artık soru işareti koydum. Zira yeniliklerin önündeki engel yeniçeri ocağıdır. "ki gavur padişah denilen 2. Mahmut'un Avrupalılaşma faaliyetleri artmıştır.). Islahı düşünülmemiş ancak kaldırılması büyük boşluk oluşturmuştur. Bu konu ben tarafından başka kaynaklardan da yeri geldikçe araştırılacaktır.

Bir kısmını tanıtmış olduğum kitabı satın alır ve okursanız kültür ve tarih dünyanız değişecektir sanırım. İyi okumalar...

.