Delikanlı amcası ile yola çıkacaktı ve heyecanlıydı. Bütün Karadeniz'i baştan sona gezecek, sonra da iç bölgelerden geriye dönüş yapacaklardı. Amcasının ifadesi ile daha önce İnegöl'den yani yaşadığı bir kentten dışarı çıkmayan delikanlı bir anda Türkiye'nin kuzeyini gezecek gölgüsüne görgü kültürüne kültür katacaktı.

Yolculuğun başlayacağı Pazartesi sabahı eşyalarını hazırlamış sabırsızca ama fark ettirmeden bekliyordu kapıya gelecek aracı. Beyaz arabanın kara tekerleri yavaş yavaş dönmeye başladı ve hızlandı. Yolculuk başladığında maddi ve manevi emniyet kemerini taktılar. Ayetel kürsü tilavetiyle başlayan yolculuk, sırlarını da teker teker açıklamaya başladı. Öncelikle Yahya Kemal Beyatlı'nın unutulmaz cümlesinde zikretti: "Biz ölüleri ile yaşayan bir milletiz." Bu ölüye tapıcılık ya da ölü sevicilik anlamına gelmiyordu. Zaten bu kavramlar Müslüman Türk kültürünün de kavramları değildi. Peygamber Efendimiz (sav) : "Kabrimi ziyaret eden beni hayatta ziyaret etmiş gibi olur" hadis-i şerifinden ilhamla büyük zatların türbelerine ziyaretle başladı yolculuk.

Öncelikle Osmangazi'nin kayınpederi Osmanlı'nın manevi mimarı Şeyh Edebali'nin türbesini ziyareti esnasında dualar ettikten sonra mescidinde iki rekat namaz kılıp Osmanlı sultanlarını tanıtan kültür yolculuna yöneldiler.

Osman Gazi'den başlayıp padişah Vahdettin'e kadar ilerleyen bu Osmanlı padişahları yolculuğu da ana hatlarıyla özetleniyordu. Amcası ile yolculuk eden delikanlının aklında pek kalmadıysa da hemen hemen her padişah hakkında önemli noktalara işaret ediyordu amcası.

Bilecik'ten sonra Bolu Göynük'e döndü tekerler. Göynük, Türkiye'nin en maneviyatlı şehri olarak tescil edilmiş olduğunu amcasından dinlemişti. Akşemseddin Hazretleri'nin türbesini aradılar. Akşemsettin, Fatih'in manevi hocasıdır, İstanbul'un manevi fatihidir. Türbenin karşısındaki geniş çerçeveli kabartma taşlarla yazılmış kitapbeden öğrendiler bunları.

Göynük arkada kalırken istikamet Safranbolu'uydu. Safranbolu'nun o güzel evlerini gördüler ve orada bir akşam konaklama imkanı buldular. Ama yolda Hayrettin Tokadi Hazretleri'nin türbesini fark edince tekrar maneviyat iklimine uçtular.

İslam için büyük çaba sarf etmiş, insani değerleri yaşatmak için İslamiyeti azami derecede yaşamış hakikatli Allah dostlarının kabirlerini ziyaret etmek, onlar hakkında kitabeleri okumak delikanlıyı mutlu ediyordu.

Karabük'e ulaştıklarında demir çelik fabrikalarını gördüler ve yine bir bilgilendirmeye muhatap oldular. Coğrafya kitaplarında bahsedilen işte o büyük fabrika burası denildi.

Safranbolu, Karabük ile. birleşmişti adeta. Safranbolu evlerinin güzelliği, ahşap oluşundan ve beyazla ahşabın mükemmel uyumundandı. İnsanı mest eden çarşı içindeki kale, cami, dar yolları ve o muhteşem evleri muhabbete değerdi.

Öğretmenevi'nin yemeğinden ve kahvaltısından lezzetler tattıktan sonra Bartın'a oradan Amasra'ya ulaşmak istediler. Karadeniz'in dağlarından aşağı doğru savrulurken yol kenarında el pençe durmuş ve boyun kırmış yeşil elbiseli dervişleri andıran ağaçların arasından, dağların arasından akıp giderken güzel cümlelere eşlik eden hamdü senalar döküldü dillerden.

Amcası ile yolculuk yapan delikanlı ve kuzeni böyle bir doğa harikasını görmekten memnun idiler. Biraz sonra Amasra'ya ulaşacaklar ve Amasra'nın kalesine çıkacaklar, etrafı izleyecekler, küçük camisi'nde namaz kılacaklardı. Denizin berraklığı, etrafın güzelliği ve insanların neşeli oluşları dikkatle not edecek şeylerdi. Tarihi bir müzeyi fark etmiş olsalar da ziyaret etmeye vakitleri yoktu. Zira geri dönecekler, Karabük üzerinden Kastamonu'ya Kastamonu'dan Sivas'a ulaşacaklardı.

Kastamonu tarihi öğeleri ile dikkat çeken en önemli bir kültür merkeziydi. Ama öncelikle manevi şahsiyetlerin ziyareti bu yolculuğun bir bakıma anlamını şekillendiriyordu. Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbesinde Fatiha okuyacak, zemzem suyuna benzeyen ve damla amla akan sudan takacaklar, camisinde iki rekat namaz kılacaklar, müze olarak tahsis edilmiş odalarda gezerken eski halıları, el yazma Kur'an'ı Kerimleri camekanlı ortamlarda izleceklerdi.

İsmail Bey Camii'nde aniden duracaklar, ayakları yanmış Aşık Veli Hazretleri'nin türbesini ziyaret edecekler ve Mehmet Akif'in vaaz verdiği Nasuh paşa camiisine girmek için yollar arayacaklardı. Kastamonu'da kaleye doğru tırmanacaklar ama onarımda olduğu için kalenin üzerinden şehre bakamayacaklardı.

Bu ziyaret noktaları bitecek gibi değildi ve yol da uzundu. Sinop kalesi'nin görmek isteseler de Samsun'a yetişmeleri gerekiyordu.

Amcası ile beraber yolculuk yapan delikanlı gidecekler evin öğretmen bir arkadaşa ait olduğunu öğrendi. Samsun'da dost bir el ile sıksıcaklar, samimiyetle sarılacaklar ve güler yüzle buyurun edeceklerdi.

Samsun'da misafir edildikten sonra Samsun'un merkez camisini merkezini gezecekler. deniz kıyısına doldurulmuş toprak üzerine geniş parkları görecekler, Amazon Kadınları köyüne uğrayacaklar ve parkların temizliğine hayran kalacaklardı.

Samsun'dan ayrılıp Ordu üzerinden Giresun'a vasıl olacaklardı. Manevi şahsiyetleri ziyaret ettikten sonra gelen dostluklara dayalı muhabbet dolu ziyaretler de onları mest ediyordu. Eski dostluklar anılıyor ve eski dostlardan haber soruluyordu. Amcasıyla seyahat eden delikanlı, yengesinin lise arkadaşının evinde iki gece kalacak, sabah Giresun kalesine çıkacak, her tarafı kuş bakışı ile izleyecekti. Osman Ağa diye bilinen Topal Osman'ın kaledeki kabrini ziyaret edeceklerdi.

Kurtuluş savaşı yıllarında büyük fedakarlık göstermiş ve ilk meclisin korumasını üzerine almış Topal Osman hakkındaki kitabeyi bir solukta okuyacaktı. Delikanlının amcası onu Ali Şükrü Bey'in katili olarak anacaktı.

Sonra Karadeniz'in azgın sularının sakin haline şahitlik edecek, temiz bir deniz kıyısında yüzecek, kıyıdan değişik taşlar toplayacaklardı.

Bir sabah Giresun'dan da memnuniyetle ayrılacak Trabzon'a varacaklardı. Sümela'ya çıkmayı isteyecekler fakat vaktin darlığı buna fırsat vermeyecekti. Boztepe'de türbe haline getirilmiş Ali Şükrü Bey'in Muazzez şehit Ali Şükrü Bey ibaresini okuyup dualar edeceklerdi. Solotürk'ün muhteşem gösterisinden bir parça izlerken Trabzon'da, Ayasofya müzesi'ni gezmiş olacaklardı.

Trabzon'u bu kadar hızlı geçeceklerini ummuyorlardı. Ancak Rize Güneysu'da onları yolunu gözleyen bir başka dosta kavuşaklardı.

Güneysu Kaptan Ahmet Erdoğan İmam Hatip Lisesi'nde mükemmelen agırlanacaklar, ardından Kıbledağı'na çıkacaklar, o yüksekten yeşilin ve çayın topraklarını ilgi ile izleyeceklerdi.

Okul müdürünün maziye dayalı arkadaşların getirdiği tüm misafirperverliği yüreğinde hissedeceklerdi. Her yönüyle mükemmel ve geniş olan bu okulda kütüphane, çok amaçlı salon, yüzme havuzu dikkatini çekmişti.

Amcasıyla yengesi ev sahibinin eşliğinde Rize Kalesi'nde muhabbet ederken kendileri de yurtta frizbi oynamanın tadına varacaklardı.

Yol bitmiyordu memleketin doğusuna varmışlardı. Sınır kapısından geçip Gürcistan'ın Batum kentini görecekler oradan geri döneceklerdi. Bundan sonra Artvin'e uğrayacaklar ardından Şavşat'a. Burada bir başka dostun kapısını çalacaklardı. Şavşatın son Köyü Gürcistan sınırında Demirkapı köyünde demirlediler bir akşam vakti. Geri dönmeye henüz vakit vardı ama hafta bir kez daha başlamıştı.