Ne çok davamız, sorunumuz var bizim!

Toprağımızla ilgili davalarımız var. Başta Kudüs olmak üzere yaşadığımız topraklarımız bir dava konusudur. Akidemiz üzerinden yürüyen davalarımız var, sağlık davamız var, siyaset davamız var, Dava içinde dava olacak sorunlarla yoğruluyoruz...

Bizi doğuranlar bize bu davaları miras bıraktılar. Onlar da öncekilerden miras almışlardı davalarını. Bir de aile davamız var ki, sıkıntıların kaynağında da çözümünde de o dava duruyor. Aile ile ilgili davamız çözülmedikçe Kudüs davamız da hallolmayacaktır. Eğitim davamız da siyaset davamız da aileye bağlı. Çekirdek dava aile davasıdır. Ne yazık ki aile davamızla yeteri kadar ilgilendiğimiz söylenemez. Ailemizdeki konuları ve sorunları taşeronlara havale ederek sıyrılmaya çalışıyoruz. Eşler arasındaki ilişki bozukluğunu psikologlara, çocuklarımızı öğretmenlere ve okullara havale ederek sorun çözdüğümüzü vehmediyoruz. Bizim çocuğumuzu, kendi çocuklarını ne yaptığı belli olmayan birilerinin sorun olmaktan uzaklaştırmasını beklemekteyiz.

Evlerimiz ve ailemiz bizim cennetimizdir. Ailemiz sığınağımız, evlerimiz son kalemizdir. Kurtuluşumuz evlerimizdedir. Dünya batsa ve helak olsa biz küçücük evimizde cenneti bulabilirdik. Evlerimizi birer DARULERKAM yapabilmemiz mümkündür. Oradan yola çıkarak cennete erebilirdik. Evlerimizi medreseleştirmek mümkündür. Evlerimizi mescidlere dönüştürebiliriz. Evlerimizden kaçarak muhacirleşmek yerine, evlerimizi sığınak haline getirip ensar olabilirdik/olabiliriz de. Evlerdeki sorunlardan kaçmak yerine, evlerimizi sorun çözme merkezleri haline getirmenin yollarını bulmalıyız. Biz yapamasak bile bizden sonraki nesil yapsın bunu. Evlerimizi akşam yatmak için, acıkınca da doymak için girilen yerler değil de; fitnelere karşı korunağımız, riddete karşı iman kalemiz, cehalete karşı eğitim alanımız olarak görmeye mecburuz. Evlerimizden göklere doğru yükselen nur, bizim amellerimizin nuru olmalıdır. Aile davamız, sadece eşler arasındaki ilişki sıkıntısından oluşmuyor.

En büyük dert, evliliklerin yani nikahın, dinin yarısı olma karakterini kaybettiği, cihad gibi düğünlerin yapılmadığı bir döneme rastlamış olmamızdır. Erkeğiyle kadınıyla beton yığınlarını, suntadan üretilmiş mobilyaları, mefruşatı evlendiriyor olmamızdır.Sanki evlilik, harcanacak paraya yer bulmak için olmuştur. Evlenip Allah'ın rızasına erme hedefi artık düğün veya nikah esnasında yapılan göstermelik dualarda kaldı. Doğurmuyoruz. Doğursak da doğurduğumuzu dert olarak görüyoruz. Kendi elimizle kendimizi boğuyoruz. Çoğalmaktan korkuyoruz. Bir yandan rızkı Allah verir diyoruz, bir yandan da çocuk ne yiyecek diye endişe ediyoruz. Çelişkimiz pek büyüktür. Aslında bunaldık. Kendi içimizdeki bu çelişki bizi bunalttı. İmanımız bir tarafa, modern hayat başka bir tarafa çekiyor bizi. Kimimiz diğer bir tarafa kaydı, kızını oğlunu onlara teslim etti. Kimimiz ise ortada kaldı. Ne oraya buraya yar olabildi. Bu çelişkiler bizi bunalttı. Bir kurtuluş aradığımızı inkar edemeyiz.

Siyasete ve siyasi çalışma yapanlara umut bağladık. Evimizin içinde bizi kurtaracaklarını zannettik. Gördük ki evin kaptanı gemisini kurtarmadan ona kimse yardım edemiyor.

Şeyh efendilere, hocalara, yazarlara kilitlendik. Ama onlara kilitlenenler de önce çocuklarını sonra da kendi huzurlarını kurtaramadılar. Anladılar ki aileyi, ailenin sahibi kurtarır. Allah Teala yardım ederse kocaya da, hanıma da yardım ediyor. Terleyen erkek, terleyen kadın yardım gören kuldur. Başkasına sığınmak diye bir ibadet çeşidi olmadığını inşallah anlamaya başlamış bulunuyoruz.