Göktuğ, kalacak yer bulamadığına içinden isyanlar ediyordu ama elinden bir şey gelmiyordu, iş başvurularının hepsinde tecrübe aranıyor olması da canını iyiden iyiye sıkıyordu, bir isyanı da bunaydı. Sen çalıştırmazsan, bu çalıştırmazsa, o çalıştırmazsa insanlar nasıl tecrübe sahibi olacak diye bu kısır döngüye de içinden küfürler ediyordu. Çok bunalmıştı, ne kalacak yeri vardı, ne de yiyecek alacak parası. Hem zihinsel hem de psikolojik bir yıkım içindeydi. Kaçak kaldığı yurttan okuluna doğru giderken bir binanın inşaatında çalışanları gördü, iç sesiyle gayri ihtiyari olarak buraya iş var mı diye bir de buraya sorayım, belki vardır, eğer bu dünyada yaşama hakkım varsa muhakkak karnımı doyuracak kadar bir iş bulurum, bu düşünceler içinde inşaat alanına girdi. İşçiler çalışıyordu kimisi demir büküyor, kimisi harç yapıyor, kimisi tuğla örüyor, kimisi sıva yapıyor, kimisi boya badana yapıyor, kimisi de kapıları ve pencerelerin montajını yapıyordu. İnşaat alanında ilk gördüğü çalışana 'Selamünaleyküm, kardeş buranın sorumlusu birisiyle görüşmek istiyorum, beni ona götürür müsün?

Elinde küreği ile sıva harcı hazırlayan işçinin yüzü gözü, harcın çimentosu ile kaplanmış, adeta tanınmayacak gibiydi. Göktuğ'un sorusuna cevap vermek için karıştırdığı harcı bıraktı, küreği vücuduna destek yaptı 'Aleykümselam kardeş, Tunç ustayı ne yapacaksın?'

'Belki bir işçiye ihtiyacınız vardır, iş arıyorum'

'Ha öyle mi? İleri devam et sağdan ikinci binaya gir, orada sor, sana gösterirler.'

Göktuğ, Tunç ustayı eliyle koymuş gibi buldu, öğrenci olduğunu, okuyabilmesi için işte çalışması gerektiğini söyledi. Tunç usta, eğitime önem veren birisi olacak ki hiç sorup sorgulamadan, getir götür işini Göktuğ'a verdi. Yevmiyesini de her akşam kendisinden alacağını söyledi. O gün neler yapması gerekeceğini öğrendi bir nevi iş başı eğitim aldı. Çok ağır işler yaptığı gibi kendisini zorlamayacak işlerde yapmıştı, Göktuğ'un performansından memnun kalmıştı Tunç usta, akşam olunca memnuniyetinin ifadesi olarak yevmiyesini hemen ödemişti.

Göktuğ bu duruma çok şaşırmıştı? Herhalde kaderi artık kendisine gülmeye başlamıştı. O gün okula gitmemişti ama eğitim hayatını devam ettirebilmesi için umudu artmıştı. Akşam ezanı okununcaya kadar kazandığı paranın vermiş olduğu mutlulukla sokaklarda zamanını geçirdi, akşam ezanıyla birlikte Hacı Bayram Veli Camiinde namazını eda etti ama kendini de sorgulamadan edemedi. Yaptıklarıyla inançları birbiriyle uyumlu değildi. İnanıyordu, kul hakkı yemeden, dost doğru olması gerekiyordu ama dost doğru davranamıyordu, kaçak bir durumda Ali Beke'nin odasında kalıyordu. Bu ikilem içinde kendini sorguluyordu, bir yurtta izinsiz kalmak kul hakkına girmez miydi? Korkmaya da başlamıştı, ya yakalanırsa hem Ali Beke zarar görebilirdi hem de kendisi, belki de yurtta kalma hakkını tamamen kaybedebilirdi, hem de inancı gereği nasıl hesap verecekti? Bütün bu kaygılar içinde Ali Beke'nin odasında yine kaçak kalmak için kaçak yollarla yurda girdi, geceyi geçirdi. Sabah kantinden alışveriş yaptığı sırda Ali Beke'nin yemek kartını kullandı. Bekçi, bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış gibi kimliğini istedi. Bekçinin Göktuğ'un kimliğini kontrol etmek istemesi, korktuğum başıma geldi, şimdi ne yapacağım diye düşünürken, beyni olduğundan daha hızlı düşünmeye başladı, kekeleyerek 'Kimliğim yatak odasında, gidip alıp geleyim bahanesini uydurarak, bekçinin yanından ayrıldı.

Göktuğ artık açığa çıkmıştı, yurtta artık kalamazdı, yatak odasına çıktı, çantasını aldı, danışma kulübesine gelmeden arka cephede bulunan pencereden dışarı çıkarak bekçiye görünmeden yurttan ayrıldı. Okula gitmeden Ulus ile Dışkapı arasında bulunan iki bardak çay karşılığı film oynatılan kahvehaneye gitti. Amacı zaman geçirmekti, okula gidecek gücü kedinde bulamıyordu. Bazen bir kapı kapanırken, başka bir kapının açılacağına inancı tamdı. Kahvehane işleticisi Cüneyt Arkın'ın 'Güneş Ne Zaman Doğacak' filmini videoya koymuş, çay dağıtmaya başlamıştı. Çay dağıtan garsonu bir yerden tanıdığını hatırladı, dikkatli baktı, bu köylüsü Aydın'dan başkası değildi. Aydın çayı kendisine uzattığında 'Aydın merhaba' dediğinde, Aydın önce sese doğru baktı sonra dikkatlice bakınca o da Göktuğ'u tanımıştı. Hoş beşten sonra Göktuğ yaşadığı sıkıntıları anlattı. Aydın 'Benim tanıdığım bir yurt yöneticisi var, onu telefon ile arayayım, yurtta yer var ise sana yer bulabiliriz. Aydın, Yurt Müdürlüğünden yönetici Ramiz'i aradı, Ramiz 'Yurda gelsin, onu önce misafir öğrenci olarak alırız, ön kaydını yaptıktan sonra sırası geldiğinde kesin kaydını yaparız' diyerek umutlu bir tablo çizdi.

Göktuğ, tabanlarına kuvvet kahvehaneden doğrudan Ramiz'in yanına gitmek için yola çıktı. Yolda iç sesiyle 'Be kardeşim madem yurtta yer var, benim gibi nice garip öğrenciler var, biraz kafanızı yorsanız da insanların eziyet çekmesini engelleseniz olmaz mı?' Göktuğ okulunu bitirinceye kadar öğrenci yurdunda kaldı. Makine mühendisi olarak önce bir işletmede çalışmaya başladı, tecrübe kazanıp, piyasada iş yapma becerisi kazanıncaya kadar çalıştı, sonra kendi işini kurdu şimdi yanında 50 çalışanın olduğu bir işyerini işletmekte. Kendisine başarılarını soranlara illa da eğitim illa da eğitim diyerek dünyayı değiştiren en önemli silahın eğitim olduğunu çevresine hep hatırlattı.