Dersi kaynatmayı seviyordu her yoğurt yiyişin bir yiğidi var, diyen adam. Okulların açıldı gün kürsüde söylediği bu tür cümlelerin en önemli yönü dikkatleri toplamaktı.

Eğitimin ilk haftasıydı ve dersini 15 Temmuz şehitlerine adamıştı. Diğer adanmışlıkların yanında kendisinin yaptığını pek küçük görünse de bilmeyenlere bildirmek, duymayanlara duyurmak, unutanlara da hatırlatmak istiyordu.

Girdiği sınıflarda henüz edebiyattan bahsetmemişti. Öğrencilerine "demokrasi nöbetlerinizi tuttunuz mu? Nöbetini tutanlar bir ellini kaldırsın bakalım" dediğinde sınıfın çoğunun ya da hepsinin ellerini havada göreceğini sandı fakat yanıldı. Derin bir yanılgı değildi bu kendisi için.

Sonra diğer soruya geçti. Kim bize 15 Temmuz Şehitlerinin isimlerini sayacak. Hiç olmazsa tuttuğunu takımın ilk on birini sayar gibi. Neyse ki Ömer Halisdemir ismi biliniyor. Oradan başladılar, Mustafa Cambaz, Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip, Ahmet Mehmet oruç ikizler, Halil Kantarcı ... gerisi yok. Önlerinde fotoğrafları olsa bile çok yüzeysel bakıldığı belli oluyordu. Ve öğrencilerini yüreğinden vuran cümleyi haykırdı sınıfın ortasında. "Eğer onların isimlerini unutursanız, onları siz öldürmüş olursunuz."

Sınıftaki hava görülmeye değerdi. Kendilerini suçlu gibi ele veren bakışlar kol geziyordu. Kurşun gibi bir soru daha savurdu sınıfın ortasına.

"Darbe gecesi ve sonrasında duyduğunuzda sizi etkileyen her hangi bir söz, tutum veya davranışı hatırlıyor musunuz?"

İdarecilerimizin unutmayacağız ve unutturmayacağız dediği kadar varmış halimiz. Gençlerimize emanet edeceğimiz vatanımıza can feda edenleri unuturlarsa vay bizim başımıza. Her ne kadar da kızsak, "bunlardan bir şey olmaz" desek de 15 Temmuz ruhu vücut buldu. Fetih nesli gibi, Çanakkale Ruhu gibi.

Zaten ülkemize göz dikenler onu bizden almak için, hür irademizle seçtiğimiz cumhurbaşkanımızı öldürmeye kalktılar. İktidarımızı yok saymaya yeltendiler.

Sorulardan gönül rahatlığıyla geçemedi. Dert oldu bu hal ona. Çok amaçlı salonlarda devam edecekti anma programlarına.

Sınıfın orta yerinde en gergin hali ile darbeden bahsetti. Bu işin dört beş ayağı var. Biri Cumhurbaşkanının tutumu, diğeri Meclisimiz (iktidarıyla- muhalefetiyle), diğeri basın yayın kuruluşlarımız. Tabi şehitlerimiz ve yaralı gazilerimiz.

Onların ne dediklerini duymuşsunuzdur. "Vatan uğruna bir bacak çok mu? Feda olsun vatana" diyen ablamızı, "Vurma oğlum ölüyorum, yaralıyım" diyen amcayı, "erkekler gidemez onları vururlar ben kadınım bana bir şey yapmazlar ve ne yaptıklarını askerlere ben sorayım" diye diklenen beyaz pardüselü Safiye Bayat'ı, Emekli komutanın ben ve iki oğlum abdestlerimizi aldık, biz o meydanlara ölmeye çıktık deyişini hatırlamaları lazım.

Yarın aynı kalkışmayı yaparlarsa siper olacak göğüsler hazır olmalı. Dillerde tekbir; "Ya Allah Bismillah Allahü Ekber" nidaları ile tankların önüne yatabilecek, tankları en hızlı biçimde o meydanlarda öğrendikleri gibi durduracak, topun namlusunu başının hizasında bekleten, kurşunlara diklenen ve şehadet susamış nesiller yetiştirmek gerekiyor.

Edebiyat dersinin müfredat programını anlatacaktı yarınlarda. Ancak kara tahtanın (artık beyaz tahta) önüne geçti. Elindeki kalem ile tahtaya "Edebiyat?" yazdı. Öğrenciler, "Edebiyat nedir mi, Hocam" deyince yine ilgi çekmek ve onların dilini yakalamak istercesine "What is this edebiyat? deyiverdi bir edebiyat öğretmeni olarak .