Yaşlı tarihin tozlu sayfalarında, bu gibi günler gelip geçmiştir. Bu gibi günlerden kasıt zayıfların güçlenerek güçlüleri alt etmeye başladığı zamanlardan bahsediyorum. Küçük bir köy haline gelen dünyada kendi evlerinin içindeymiş gibi raht hareket eden insanları görüyoruz ekranlarda. "Okyanus ötesi" diye bir kavram oluştu kısa zaman önce.

Kavram "bir"ama delalet ettiği "mana" iki veya daha fazla. Okyanus ötesinden gelen ses ile Anadolu'nun bağrında çınlayan seslere kulak veriyoruz. Milletçe izliyor ve dinliyoruz. Mazlumun, mağdurun yanında olmuş bir millet ile kendi çizdiği çizgileri ve tanımladığı hizmet alanından ötesini önemsemeyen bir cemiyet heyecanla dinliyor ve izliyor olup bitenleri.

Dershaneler konusunda daha itinalı konuşan diller ve düşünen beyinler biraz daha gür sesle konuşuyorlar ve önceden sert konuşanların sözlerine hak verir oldular. "Ben demedim mi size, bunlar böyledir" diyenlere "haklısın kardeşim işin aslı tam da senin dediğin gibi" deyiveriyorlar. Saldırarak, beddua okuyarak saldıranların sesleri perde perde dinmeye başlıyor.

Kazananı olmayan bir çatışma ortamı veya dış mihraklar özellikle de İsrail çok seviniyordur, diyerek bitirilecek bir durum değildir mevzu bahis olan konu. Yıllar sonra yapılanları değerlendirenlerin yaşadığı derin vicdan azabını yaşamak istemiyorsak beddualar için yürekten bir tövbe etmek gerekecektir. Bu güne kadar öğretilen/vaaz edilen ve bu zamana kadar tutulan yollardan apayrı bir yola girilmiştir. Ne misyona uyar ne vizyona.

Yıllar önce gençlik dönemlerimde yaptığım hataya düşmemeye çalışarak çok yönlü izlemeye çalışıyorum haberleri. Tabii herkesin gönlünde bir aslan yatar. Ancak burada değerlendirme yaparken aslanı da bağlayacağız bir kazığa. Yani sevdiklerimizi öncelemeyeceğiz. Aynı soruları soracağız karşılıklı olarak... Cevaplar arayacağız... Vicdan hakeminin verdiği kararı dillendirmeye çalışacağız.

Geçen günlerdeki haberlerde "Başbakan'a bu yanlış haberleri kimler veriyor" diyerek çok kibarca yalan yanlış konuşuyorsun denildi. Okyanus ötesinde bulunan Muhtereme kimler haber veriyor? Onun haber kaynakları nedir? Başbakan ülkenin her ferdinden sorumlu ve ülkesinin her şartta bedelini ödeyebilecek bir makamı doldururken, muhterem ise fethettiği kadar gönülleri coşturuyor. Haber almak, kıyaslama yapmak, analizler oluşturmak, örnekleri bolca sıralamak, istenilen algıyı oluşturmaksa mesele bunu her iki tarafta yapıyor sanırım. Ancak kalplerdeki niyetler usule yansıyor. İşin yapılış biçimi sıkıntılı görünüyor.

Sadece bir taraf olmak diye kimseyi suçlamamak lazım. Çamurlu bir dünyada yürüyoruz. Herkesin üzerine çamur sıçrayabilir. Kimine az kimine çokça sıçrayan bu çamurlara karşı aldığımız tavır çok önemli. Kendi üzerindeki çamurları fark etmeyip de başkasının çamurlarıyla abartılı biçimde ilgilenen ve onunla alay eden hatta buradan hareketle karşısındakinin aklıyla ilgili alçaltıcı yorumlar yapan adamdan öncelikle kendi üzerindeki çamurları görmesi istenir.

Kimin sorumluluğu daha fazla ve somuttur? Başbakanın mı muhterem Hocanın mı? Daha anlayışlı daha mutedil bir dil gerekiyor sanırım. Ciğerleri parçalayan beddualara alışık değil bu millet. "Dua dua eller karıncalanmış" diyen şaire kulak veren millet evlatları olarak hocalarımızın politize olmamasını isteriz. Islah dualarını, dosta düşmana yaymasını bekleriz. Zira temsil ettikleri kabul edilen din Allah'ın yüce dinidir.

Kime karşı duruşları var bu iki insanın? Kimler rahatsız bu iki insanın yaptığından ettiğinden? Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilemiyoruz diyen kimdir? Makamlarından alaşağı edildiği zaman hangisinin hayatı daha tehde olma ihtimali var?

Dede Korkut'un Akşemseddin'in misyonunu icra etme zamanı ise, bilginin kendi milletine ait gücün yanında olmalıdır. Güç, bilgiye hükmederse yaşam alanını daraltır ancak bilgi, güce yön gösterirse genişlik ve rahatlık olur.

Tüm bunlardan sonra bilgi sahibi insanların rehber olup ıslah-ı nefs duası etmelerini ısrarla bekliyoruz.

.