Adam, son günlerde kulağına gelen dedikodular için araştırma yapmak için kitapların arasına daldı. Günlük olaylara ilkesel bakmak hayati bir prensibi olmuştu. İlkelerini, Allah'a ve Ahiret gününe iman ettiğinden kitaptan ve sünnetten sadece ölçüler aramakla geçirmez bu ölçüleri bulduktan sonra hayatını da ona göre şekillendirirdi.

Son günlerde yaşadığı şehrin kulislerinde duyduğu iyi insan hakkında sözler, onun hakkında bildikleri ve gördükleri ile çakışıyordu. Zira çok sevilen, sayılan, her yönünden iyi niyet ve gayretleri görünen birine karşı internet ortamının bütün inceliklerini öğrenmiş keskin zeka sahibi sanılan biri "iftiradan romanı" yazmaktaydı. Müfteri (iftira atan) muhatabını bulunduğu mevkiden alaşağı etmek, gelecekte ona bir konumu itibarıyla varlık imkanı tanımamak gibi bir hedef koymuştu kendisine.

Telefondaki yazışmalarda kimliğini gizleyen müfteri adam, hangi insafsız avcının salyaları sarkan av köpeği olmuştu kimse bilmiyordu. Dürüst ve cesur olanların yapabileceği bir davranışın karakteristik vasıflarından uzağa düşmüş bu zavallı haliyle, kahraman kesilmiş gibiydi sanal alemin meydanlarında. Açıkta bir şey görmüş gibi heyecan dolu merakla müfteriyi takip edenler, büyüklere karşı giriştiği bu tavrı kendi aralarında ağız burun oynatarak anlatırlardı.

Bildiği doğrular üzerinde yürüyen, elindeki yetkileri hemşerilerinin hizmetine sunan bu temiz yürekliye dokunma imkanından Yüce Rahman tarafından mahrum bırakılmış akıl terazisi bozuk zavallı gün yüzüne çıkacağı vakti bekliyordu. Konuştukça kimlik değiştiriyordu. Çember daralıyor kendini ele verecek işaretleri ardına saçıp saçıp yürüyordu.

Adam henüz kitapları araştırıp bunu bir ad bulmasına gerek kalmamışken düşünüyordu. Muhatabının her hareketini, her girip çıktığı yeri biliyormuş havası veren müfteri en yakınlarındaymış gibi cümleler yazıyordu. İyi insan, evladının, ailesinin güvenliği ile şahsının güvenirliliği tehdit altına alınmış gibi hissetse de doğru bildiğini veya bildiği doğruları kanun ve yönetmeliklerin gölgesinde hayata geçiriyordu.

Sevenleri çoktu. Kıskananlar çatlasındı elbette. Ancak kem nazar da adamı çatlatırdı. Başarılarını çekemeyenler, onun karşısına geçip kendi zaviyesinden meselelere bakıp olumsuz değerlendirme yapamayanlar, bir leşin etrafına çöreklenmiş sırtlanlar gibiydi.

Takip edenlerin inanması için uydurulmuş o sahte sözleri destekleyici bir yalan daha ekleyip sunuyordu müfteri. Neymiş efendim ellerinde belgeler varmış. Hah, hah, ha... "Yesinler belgenizi" deyip geçmek gerekiyor aslında. Belki de "nerede belgeniz, hadi gösteriniz" deyince, müfteri beyefendi yakınarak "nerede bu belge ...., nereye koymuştum" der sağı solu karıştırırken. Her yalan bir minare her belge de bir kılıf olsa gerek. Lakin belge yerine çamur isteseniz onlarda kilolarca çamur bulabilir. Zira devamlı avuçlayıp avuçlayıp fırlatıyorlar. İz bırakır niyetiyle iyi insan kişiliğine ailesine çoluk çocuğuna savuruyorlar.

Terkib-i Bent şairi Ziya Pişa'nın bir sözünü hatırladı adam, ne kadar da uyuyordu duyduğu dedikodulara.

Erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar

Rencide olur dede-i huffaş ziyadan

İyi insanların karşısında rencide olacak sadece kötü niyetli insanlardır. Kıskançlık girmeye görsün insanın kalbine... Kıskançlık tarafından esir edilmiş bir beden ateşler içince kıvranır; her iyi, güzel başarının ardından içini yer bitirir. Bir tarafa büyük bir zarar vermeden kendine gelemez.

İşte Habil ile Kabil mücadelesi. Kurbanı kabul edilmeyen Kabil'in yaptığı neydi öyle. Kurbanı kabul edilen Kardeşi Habil'i kıskandı. Yeryüzü onca genişliğine rağmen kalbine dar gelmişti. Başını alıp nerelere gitseydi ki bu kıskançlıktan kurtulsa.

Adam, güzel ve iyi günlerin doğru ve faydalı işler yapanların, memlekete hizmet etmek isteyen samimi insanların ellerinden doğacağını biliyordu.