Her şeyi yapabilecek olmaları korkutuyordu adamı. Yeni neslin böyle bir özelliği olduğunu düşünmeye başladı son günlerde. Oturup konuştuğu okumuş arkadaşlarıyla dertlerini paylaşırken söz dönüp dolaşıp buraya geliyordu. “Gençlerin halini hiç beğenmiyorum” diyordu muhatabı. Kendisinin de böyle cümleler kurmak isteğini fark ediyor ama “ucuz yorumlar” olarak kabul ettiği ifadeler karşısında susuyor veya hafif sesle “ümit var olmak” lazım diyordu. “Güneş her sabah doğuyorsa Rabbimiz kullarından ümidini kesmemiştir” diye bir cümleyi hatırlardı zaman zaman. Sonra gelecek nesli yetiştiren ordunun bir neferi olarak görev yapıyordu. Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetirmek istiyordu zincire vurulmuş haliyle. Problem kelime idi bu hürriyet kelimesi. Kemiği, iskeleti olmayan bir kelimeydi özgürlük. Şeffaf bir bardak gibi içine ne konsa o rengi alıyordu. “Özgür insanlar sorumluluklarını yerine getirebilirler. Özgür insanlar dürüstçe davranırlar. Özgür insanlar ilkelidirler” gibi cümleleri beğenirdi her zaman. Özgürlüğü nefsinin ve süfli arzularının peşinden gitmek, dini/örfi gelenek ve kuralları yok saymak olarak algılanan bir dünya sıkıcı ve felaket bir dünya olmalıydı. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, tekbir getiriyorlardı, elleri havada hoplayıp zıplayarak. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, siyasi propaganda yapıyorlardı sırf laf olsun diye. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, slogan atıyorlar, taraftarlık duygularını haykırıyorlardı kabaca. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, ilahiler söylüyorlar yarım yamalak ardından bir türkü bölük pörçük, sonra da bir İngilizca şarkı param parça… Karşımızda öyle bir şey var ki? Ne var? Şey var işte? Tanıma gelmez, kelimelere sığmaz bir şey. Günahı bilir ama günahtan sakınmaz, yasağı bilir ancak tatmadan edemez. Sınırları, kanunları sevmez ancak sıkıştığında ona sığınırlar. Kuralsızlık kayıtsızlık canını yaktığında, Acı kendisine dokunduğunda, Ölüm kapısını çalıp onu sarmaladığında Büyük bir sorumlulukla sınırlar çizer hayatına, hani hayatını daraltan şu kırmızı çizgilerden. Nefisin talepleri kul ediyor insanları. Özgür olduklarını söyleyenler nefislerinin kölesi zavallılar… Bağımsız sanırlar kendilerini cep telefonu, internet, dizi, sigara ve uyuşturucu bağımlısı olduklarında bile… Oh ne ala dünya… Yalanın yaygınlaşıp doğru sanıldığı bir dünya. Kalbin en güzel eylemi olan inanmayı saçma sapan yerlerde tüketenlerin dünyası. Artık soruyordu adam, hür düşünce ile: “Din değiştirmek mi daha zordu yoksa tuttuğu takımı veya oy verdiği partiyi mi? Adam duydu kulağı ile yapılan itirazları: “Din ile parti/takım bir mi? Hikmetle işaret buyurdu adam: “Takıma ya da partinize gösterdiğiniz ilgi ve alaka ile dininize gösterdiğiniz ilgiyi tartıversen hangisi ağır gelir acaba?” Fenerbahçe tarağı? Burada. Galatasaray forması? Her zaman içime giyerim. Trabzon atkısı? Boynumdan asla çıkarmak, Beşiktaş tespihin? Parmaklarımın arasında dolanır… Dahasını sayamadı adam. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, ne zaman metafiziğe kıymet verecekti? Ne vakit beşeri olmaktan sıyrılıp ilahi olanla yücelecekti. Her şeyi yapabilecek olan nesiller, nefislerini ilah edinen insanları taklit etmeyi hangi vakitte terk edeceklerdi. Muhafazakâr olmak yerine hakikatin peşinde olacaklar ne zaman gideceklerdi? Her şeyi yapabilecek olan nesiller, aklını üç kısa cümleye hapsetmekten ne zaman kurtulacaklardı? Ben söyleyeyim dedi adam: Öğretmenleri hür olduğu vakit… Öğretmenleri yücelerden beslendiği vakit… Öğretmenleri hakikatin peşinde, ilmin yolunda süründükleri vakit… Öğretmenleri konferanslara gittiğinde… Öğretmenleri daha çok kitap okuduğunda… Güzel cümlelerin hakkını öncelikle öğretmenlerin verdiğinde. Kurtuluş yakındır…