Başları ucunda hece taşları

Ne söylerler, ne bir haber verirler

Yunus Emre

Mevlevilerin kullandığı çok güzel bir tabir vardır. Mezarlıklarda medfun bulunanlara "hamuşan" derler. Arapça hamuş kelimesinin çoğuludur hamuşan. Susmuş olanlar, sessizler, konuşmayanlar anlamına gelir. Mezarlıklar için de susmuş olanların vadisi anlamında vadi-i hamuşan ifadesini kullanırlar.

Mevlana'nın şeb-i arus, yani düğün gecesi, yani sevgiliye kavuşma anı olarak ifadelendirdiği ölüm gerçeğini; onun öğretilerini kendilerine şiar edinenler de ancak bu kadar güzel içselleştirebilirlerdi.

Türk-İslam medeniyetinde hayat ve ölüm hep iç içedir. Osmanlıda şehir planlamacılığı da mimari de bu iç içelik ve içsellik üzerine kuruludur. Mezarlıklar, şehirlerin ortasında, akıp giden hayatın tam içindedir.

Cami ne kadar hayatın içindeyse; medrese, şifahane, aşevi, han, hamam, konak ne kadar sosyal hayatın bir parçasıysa mezarlıklar da o kadar hayatın içinde ve o kadar sosyal hayatın bir parçasıdır.

Doğumda, düğünde, cemiyette, mektepte, iş hayatında hemen herkesin vazifesi bellidir. Herkes yapması gerekenin bilincinde vazifesini ifa eder. Bir kişinin vefatında da durum aynıdır. Cenazenin hazırlanmasından defin işlemlerine, cenaze evinde yapılacaklara kadar o mahalledeki herkesin vazifesi bellidir ve yapılacaklar hiç aksamaz. El-hak, acılar paylaşıldıkça azalır.

Hamuşan ifadesiyle sessizce ölüm hatırlatılır aslında yaşayanlara. Hayatı olabildiğince derinliksiz ve ibret almaktan uzak bir hal içinde sürdürmeye gayret eden bugünün dünya hayatını yaşayan bizler içinne hikmetli müfredattır vadi-i hamuşan.

Modernizm, ölümü hayatın çok uzağında bırakmış. İbret olmaktan çıkarmış ölümü. Hiç ölmeyecekmişiz hissini bize adeta dikte eden bir hayat algısı değil de nedir bu? Hemen her gün bir cenaze haberi alıyoruz, musallada bulunanın önünde el pençe divan duruyoruz ama modern hayatın akışı bizi ibret almaktan alıkoyuyor.

Nazım Hikmet'in eşine yazdığı mektubunda dediği gibi "en fazla bir yıl sürüyor yirminci asırlarda ölüm acısı".

Tüm bunları bugün vefat eden öğretmen arkadaşlarımızın kabir ziyaretinde düşündüm. Aramızdan erken ayrılanlar, birden ayrılanlar, acısı taze olanlar, geride bıraktıkları. Her birinin ayrı, apayrı hikayesi.

Behçet Necatigil'in Kitaplarda Ölmek şiiri vardır.Cok severim. İlk dizeleri döküldü dilimden bugün mezar taşlarını okuyunca:

Adı, soyadı / Açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti / Kapanır parantez.

Ders kitapları bu şekilde özetler şairlerin ve yazarların hayat hikayelerini. Ne varsa o parantez içinde. Parantezin kapandığı yerde, hamuşan. Derin sessizlik...

Necip Fazıl'ın dizeleriyle bitirelim yazıyı:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber.

Rahmet olsun...