Bugün anlatacaklarım 17.si düzenlenmiş TÜYAP kitap fuarı ile alakalı değildir, demek isterdim. Kitap fuarlarını kaçırmadığını ve onca saati kitapların arasında tüketimi bilirsiniz. Kitaba karşı büyük ilgi ve alakanın bu milleti tekrar toparlayacağına, tekrar yükselteceğine inancım tamdır.

Bursa Buttim'de açılan kitap fuarlarında, yazarlar da ikinci kattaki salonlarda konuşma yaparlar. Uzun süren kitap araştırmalarımın arasında bu konuşmacılardan bazılarını dinlemek ve dinlenmek maksadıyla bir salona çıkarım.

Bu sefer rastgele çıktığım bir salonda Sinan Canan ismi ile maruf bir profesörü dinleme imkanım oldu. Konuşmacı "nasıl daha uzun bir hayat yaşanabilir"in sırlarını anlatıyordu. Eşimle birlikte bir miktar ayakta dinlediğimiz konuşmayı oturarak dinlemeye devam ettik.

Spor kıyafetiyle daha sempatik bir atmosfer oluşturan hatip elindeki mikrofonuyla sahnede kendisine hazırlanmış masayı kullanmayarak ayakta konuşuyordu.

İyi ve kaliteli bir yaşamın, kendisine göre tespit ettiği, 5 basamağı olduğunu söylediğinde oturanların ve ayakta dikilen seyircilerin hepsi bu 5 maddeyi merak etmeye başlamıştı.

"Birincisi' dedi "hareket etmek"tir. "Hareket ederek bedeninize bir enerji depolarsınız ve burada ataletten kurtulursunuz."

"İkincisi sosyal çevrenizi geniş tutun. Telefonlarınıza kayıtlı onca ismin ya da sosyal medyada takip ettiğiniz bir onca kişinin kaçta kaçı ile sıcak ve samimi ilişki kurabiliyorsunuz? Üç beş kişi ya da dar bir çevre."

Sonra "aç kalın, vücudunuz saat 09 ile 17 arasında bir açlık hissetsin" dedi. Ardından meseleyi açıklayıcı çok farklı yöntemlere, çok değişik örneklere yer verdi konuşmasında.

Tabii benim canımı sıkan bunlar değildi. Aksine bir dönem kişisel gelişim eserleri okumuş biri olarak hoşuma gidiyordu bu söylenenler. Şimdilerde ise yaşımızın ilerlemesinden dolayı sağlıkla ilgili bilgilere dikkat kesildik. "Yaş 35 yolun yarısı" diyeli 13 yıl oldu ne de olsa.

Konuşmacının anlatmış olduğu maddelerin birçoğu dinimizce, yapmamız emredilen ibadetlerdi.

Konuşmasının bitiminde soru sormak isteyen olup olmadığını söylediğinde söyleyeceklerimi tasarladım ve "İnsan birey olarak da toplum olarak bir dine inanır. Bireyler gönülden iman ettikleri dinlerinin gereklerini yapmak isterler ve bunu samimiyetle yaparlar. Hayatımız kadar değer verdiğimiz değerlerimizden biri olan dinin bu emirlerini niçin konuşmalarınızda örnek olarak vermiyorsunuz ya da örneklerinizin bir kısmını da bu alandan seçseniz duyarlı/dindar insanlara daha faydalı olmaz mı?" dedim.

Tabii derdim, konuşmacıyı sıkıştırmak ya da suçlamak değil, zira adam bir profesör. Anlayışla karşıladı teşekkür etti. Zaten kibarlığına hayran kalmıştım. Farklı fikirlere açık oluşu ve anlayışla karşılaması takdire şayandı. "Evet, sizin de buyurdunuz gibi" ifadeleri gönlümü mest ederken "konsept gereği böyle konuşuyorum" demesi de ben tarafından anlaşılır bir konu oldu.

İki okumuş insanın karşılıklı olarak birbirini tartması ve hassas cümleler kurması salondakileri rahatsız etmemişti. Lakin benim zihnimde bu "saplantılı yaklaşım" bir saplantı oluşturdu sanırım. "Dinin hakikatlerini örterek insanların dünyevi hayatlarına fayda sağlayacak bir anlatım yönteminin daha isabetli olacağı düşüncesi." Peygamber Efendimiz; "İnsanların akıllarına göre konuşuruz yoksa fitneye sebep olursunuz" buyuruşuna uygun bir davranış mı, diye düşünmüyor değilim.

Laik bir anlatım bu olsa gerek.Sayılan bütün maddeler yani namaz kılın demekle hareket edin demek; oruç tutun demekle aç kalın demek; başkalarına yardım edin, akraba ziyaretleri yapın, sıla-ı rahimi kesmeyin demekle sosyal çevrenizi artırın demek arasında ki bir gel-git benimkisi.

Adam da haklı...Hayatın kıyısına vurmuş bir değerler yığınıyla fikirlerinizi beslemeniz anlamlı olmayabilir. Dini değerleri, hayatının merkezine almış bir toplumda Allah'ın ayetlerinden, peygamberin sözlerinden bahsederek yol göstermek daha isabetli olacaktır.