Kelimelerim duygularımın derinliğine ulaşabilirse eğer, cümlelerim hislerimin aciz bir tercümanı olabilirse eğer, bembeyaz örtü üzerinden bir hayal kurmak isterim. Biliyorsunuz her şey vaktinde güzeldir; güneş, rüzgar, kar ve kış… Lapa lapa yağan yumuşacık kar tanelerinin altında Cenab Şahabettin’in şiirini okumak düştü yâdıma. Ve ardından bir beyaz titreyiş…

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş;
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar

Başımı kaldırıp göğe bakamıyorum böyle havalarda. Pencerenin önünde sıcak çayımızı yudumlarken düşen karları takip ediyorum. Bir yerden püskürtülüyormuş gibi atılır yukarıdan kar taneleri. Bir an büyük bir kar tanesine takılır bakışlarım ve onu takip ederim. İzini kaybedince tekrar semaya döner gözlerim. Yine derin düşünceler ve sonsuzluk hissi doldurur içimizi. İmanım kuvvetlenir. Coşkunluk vurur hafif dalgalarla yüreğimin duvarlarına. Bulunduğum yerde şöyle bir etrafımda dönüveririm. İçim sığmaz içime…

Kapladı bir derin sükûta yeri
karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar


Sanki melek kanadının beyaz tüyü… Ellerimi açar avuçlarıma da birkaç tanesinin dokunmasını beklerim. O kadar hafif, o kadar hassastırlar ki düştükleri yerde saniyeler içinde yok olurlar. Ecel ne çabukta erişti bu kısa ömürlü kelebeğe.
Çocuklar sokaklarda, parklarda, okul bahçelerinde yaşar çocukluklarını. Herkes memnundur, sevinçlidir. “Tatil yağıyor” diyerek kar yağışının sıra dışı bir tatile işaret olduğunu bilirler muzip zekalar. Babalar giderler çocukluk yıllarına, çocuklar babalarının çocuk yüzünü görürler. Birbirine kartopu atarlar, yuvarlanırlar beyaz örtünün üzerinde

Seni solgun hadîkalarda arar;
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâşın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar

Tabiatın kefene büründüğü andır. Sevincin ardında ölümü hatırlar ve dertlenirim. Evi barkı olmayanlara Rabbim yardım etsin duası dökülür dudaklarımdan. Lakin sevincimi örtecek bir düşünce sarmaz yüreğimi. Hastalıkların salgınından da kurtaracak olduktan sonra “hamdolsun” demek ağır basıyor yüreğime.
Daha önce etrafımda görmediğim kuşları görüyorum. Rabbimiz tarafından insan kullarına misal getirdiği kuşları, rızık derdi görünür kılmıştır. Hatta bazısı tellerde ve dallarda donarak önüne düşecektir. Kar ve kuş, sanki kardeş.

Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.

Dallar, dallar ki sırtına yüklenmiş ağırlıkla, manevi sorumluluğu artan derviş misali kamburlaşmıştır. Bazen sırtından atar dikleşir, bazen de “çaat” diye son nefesini verir ve karların üzerine uzanır. Ağaçların altı iyi bir korunak ve kuşları için toprağa ulaşmadır.

Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık, sonra uçarlar.

Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzan,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân,

Birkaç yıldır kendini böylesine özleten bu beyaz ikram, tatlı bir şekerleme gibi gelir bana. Kışa, kara bağlı ne de çok kültür geliştirmişiz. Bu insanın tabiatla savaşı değil; bir anlaşması, bir barışıdır…

Karlar… Bütün elhânı mezâmir-i sükûtun,
Karlar… Bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun...

Şimdi ellerimi iki yana açıp başımı göğe kaldırarak “gökten gelen her şeye” razı olduğumu haykırmak istiyorum. Değil mi ki merhametlilerin en merhametlisi Rahman’dan gelir bunlar, bu beyaz kuşlar…işte haykırıyorum.

Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök,
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: