Küçük sayılabilecek mahalle camisinin türkuaz renkli halıları üzerinde, kimi bağdaş kurmuş kimi tahiyyatta kalmış gibi iki dizinin üzerinde, kimi de üşüyormuş gibi elleri montunun cebinde felsefeden yüksek lisans yapan gencin okuduğu hadis-i şerifleri dikkatle dinliyorlardı.

"Yaş otuz beş" diye başlayan şiirinin belirttiği orta yaşı çoktan geride bırakan bir adam, halkaya sonradan dahil olmuştu. Sonradan katılmanın verdiği suskunluğu uzun süre devem ettirecekti. Lakin okunan bir ayet ve adından zikredilen hadis sükutun ikliminden onu kopardı. Evvelen aklına gelen iki cümleyi söyledi sonra bir soru sordu ve konu konuyu açtı.

Riyazu's Salihin isimli eserde konularına göre tasnif edilmiş hadis bölümlerinden birini okuyup kalkarlardı şehir bir Pazar gününe yeni yeni uyanırken. Efendimiz (sav) buyurur ki; demişti elinde kitap bulunan felsefeci "Haset, ateşin odunu yediği gibi amelleri yer bitirir."

Ardından bir hadis daha... Bekleyen üç beş kişilik halkanın insanları "bu kadar!" diyen sesle beklentilerinin ışığı sönüverdi. Bu sefer kısa oldu hissine kapıldı. Kameraların görüntüsünün kaydedemediği caminin bu bölümünde tek yanık bırakılmış flüoresan lambanın ışığı altında muhabbet halkası kurmuş gençler söylenenleri ilgiyle eğilmiş başlarını kaldırarak dinlediler.

"Bence çok önemli bir konu hemen geçmeyelim, dedi. Zira misal çok güzel verilmiş; Odunun ateşi yediği ve yok ettiği gibi amellerin de yok olması. Öbür tarafın tarlası olan bu tarafta kazanacağımız, biriktireceğimiz tek servetimiz amellerimizdir.

Düşüncelerin toparlanması, hissiyatın yoğunlaşmasının adından bunları görünür kılan, Allah katında kaydedilen bir davranış olarak değerli olan şeyleri yok eden bir ateşten bahsediyoruz. İnsan cehennemin harlı alevlerinden çekip çıkaracak, Rabbimizin rızasını celbedecek ibadetlerin yok olması ne kötü.

Düşünsenize... Güvendiğiniz dağlara karlar yağmış. İnsan, yaptığı ibadetlerin karşılığı olan sevaplardan ve Rabbinin hoşnutluğundan bir şeyler umuyorsun bin bir kusurla hercümerç olmuş amelleri yok eden bir kalp hastalığı: Haset.

Gece demeden gündüz demeden tüm insanlığı hasetten ve hasetçiden nasıl kurtulabiliriz? Sorusu yakması lazım yüreğimizi, dediğinde dinleyenler biraz daha toplandı.

Bir Pazar sabahı üç beş insan olarak oturduğu bu ilim halkasının derin izleri vardı hatıralarında. O vakitler liseli gençler olarak diz çökerlerdi. Yine aynen böyle, biri okur diğerleri uykulu gözlerle dinlerdi. Kimin aklında ne kalırdı bilinmezdi ama sağlam adamlar gelirdi sabah namazına.

Haset dedi sakalına aklar düşmüş takkeli arkadaşı. Bu haset diğer günahlar gibi değil. Kim ki bu hastalığa yakalanır içinde bulunduğu hal bile günah yazılır. Hatırı sayılır birine sorduk da bu cevabı aldık.

Müflis kimdir, diye sormuştu Rasulullah bir gün ashabına hatırlıyor musunuz? O mübareklerde bir düşünceleri varsa cevaplardı. Yoksa Allah ve Resulü daha iyi bilir derlerdi ya. Bu sefer, müflis/iflas eden malını mülkünü kaybetmiş insandır, dediler. Efendimiz (sav); "gerçek müflis, bir çok amel yapar da yarın mahkeme-i kübrada başkalarının haklarına tecavüz ettiğinden sevaplarının hakkını yediği insanlara dağıtılan kişidir.

Riya da hasede benzer. Rahmanla birlikte başkasına yaptığın amelin sevabını ahrette kim verecek? Allah böyle lekeli ameli ne yapsın, ihlastan mahrum amel sahibine ne kazandırır ki?

Demek ki "ibadet" yapmak yeterli değil onu bir "mücevher" gibi korumak lazımdır. Emaneti teslim ederken yanında salih amelleri de olmalı insanın. "Ve min şerri hasidin iza hased/haset ettiğinde hasetçinin şerriden Allah sığınmak" lazım geldiğini son sürede belirtiyor. Bir hasetçiye sormuşlar bizden öyle şey isteki şu haset ettiğine iki katını yapalım: Hasetçi "benim bir gözümü çıkarın" demiş ya. Ne kadar kötü bir hastalık.

Psikolojik açıdan bakıldığında, insanın kendisini ve diğerlerini koruması gerekir. Haset, kalp hastalıklarından biridir. Acaba tedavisi ne ola ki?

Muhabbetten hasıl olan uyarıcı cümleler caminin duvarına çarpıp kulaklara oradan gönüllere akıyordu. Sorunu cevabı ortada asılı kalmıştı.