Her direk bayrağı taşımaz, her baş da başörtüsünü taşıyamaz. Bu genç bir kızın yüreğinin kaybettiği bir savaştır. Lise hayatında büyük başarılara imza atsın diye gönderildiği bir okulda ketum bakışlar ve iğneleyici sözler, küçümseyici tutumlar yani tüm şartlar gönlüne darbe üstüne darbe vuruyordu. Ama o bunları fark etmemişti. Sadece erkenden -yedinci sınıfta- ablalarının/hocalarının teşviki ve kendi arzusuyla örtündüğü için kaldıramıyordu. Çıktığı kutlu yoldan dönmek zorunda hissediyordu kendini. Zira daha çocuktu ve başörtüsü taktığı için kendisinden çok şey bekleniyordu ve bu artık ağır gelmeye başlamıştı.

Genç kız müthiş bahaneler üretti başını açmak için. Kendini ikna etmeliydi artık. Her gece gördüğü rüyalarında uçurumdan düşerken ince bir dala tutunuyordu. O dal kırılıyor ve nahif bedeni karanlık bir uçuruma doğru savruluyordu. Küçük yaşta annesinin bile ufak itirazlarına aldırış etmeden başına aldığı sancağını bu kadar kısa sürede yerlere savuracağını hiç düşünmemişti o günlerde.

Evdekilerin yüreklerindeki acı kelimelerin tarif edeceği cinsten değildi. "Küçük bir kızın evcilik oyunu" gibi görülemedi bu olay. Genç kız söyle düşünüyordu. "Çocuktu bilinçlenmeden başını örtü, şimdi de açtı. Bu kadar basit olarak görülemez miydi?" Başını örterken anne ve babasının derin sevincini pek fark edememişti ama açarken yüreklerden kopan fırtınanın ruhlarda yaptığı tahribat çok yüksekti.

Ancak bu genç kız "başörtüsünü çıkarmanın" bir başlangıç olduğunu henüz fark etmiyordu. Önce kafası değişti, düşünceleri faklılaştı. Günlerdir arkadaşlarının bakışlarını tarttı beyninde. Sonra "boş ver" dedi lakin boş veremedi. Direndi kalbindeki kutsi huzursuzluğa. Sonra düşündü; başını açsa ne olurdu ki? Yaşamak istediği hayatın rengine artık karar vermesi gerekiyordu. Okuduğu okul geri kalan hayatının rengini de üflüyordu ruhunun derinliklerine. Hayalini kurmaya çalıştığı, en yakınında sandığı arkadaşlarının yaşadığı bu hayatın önündeki en büyük engel başındaki örtü idi. Geleceğinin ayağına dolanan örtüyü başından söküp atabilirse... Evet, kendi kalbi de acıyacaktı ama hangi acının ilacı olmuyor ki zaman. Zamanla kapanan bir yara gibi kabuk bağlar sonra bir ufak iz, ardından her şeyi unutur giderdi.

Yenidünyasını kuracak arkadaşları hemen orada, burada, şurada bekliyordu. Ona "doğru" yaptığını ve bu dünyanın tadını çıkarması gerektiğini fısıldıyorlardı. Fark edip etmediğini fark edemeden ailesinden milim milim kopacaktı. İçindeki boşluk bir balon gibi şişecek, patlamasından korkulan derin bir hüzne dönüşecekti belki de.

Tek teselli içinden tanınmaya çalışılan bir dünyanın ne olduğunu anlamak için tüketilmiş sınırlı bir zaman dilimi olmasıydı. Dibini daha çabuk görmek için balıklama dalınmış bir denizin girdabında boğulmadan çıkma ümidi içindeki hüznün kırıntılarında saklıydı.

Bu satırlar, muhatabından saklı yazılmıştı. Lakin bir gün olay kahramanını karşısına aldı kalem sahibi ve "seni çok mu ezdiler, seni çok mu örselediler, çok mu dışladılar?" diye soruverdi. Fark etmedi genç kız "Nasıl yani, kimler?" sorusuyla cevap verdi. Tecrübeli adam, genç kızın psikolojik hali hakkında beş altı cümle kuruverdi hemen. "Şöyle şöyle hissediyorsun" gibi sıradan cümleler. Her cümleden sonra hayretini gizleyemeyen genç kızla akıllarda kalabilecek mantıklı bir seans yaptı.

Yakın geleceğini, yaşadığı duyguları, içinde bulunduğu sosyal ortamın nasıl bir etki yapacağını, bunlar karşısında kendi hal ve tutumlarını bir bir anlattı tecrübeli adam. Genç kız, yakın zamanda yaşadıklarını, hissettiklerini tahmin edene karşı vurdumduymazlık yapamadı. Son sözleri gönlünü rahatlattı. Kendi hakikatini arama yolculuğu olarak say bu yaptıklarını. Bir gün şu hocandan bir gün bu hocandan etkilenerek içine girdiğin tavırlarında hangisi sensin. Dünyaya geliş amacın ile fıtratın arasındaki bu gel gitler bitmesin. Sen şimdilik kendine yenilmişsin ve bu konuda kendini ikna etmeye çalışıyorsun. Önceki davranışının doğruluğuna karşı içinde yaşamak istediğin hayatın özlemi çarpışıyor. Şimdilik bu savaş bitmeyecek. Dönüşüm de hemen olmayacak. Kaybetmiş sayılmazsın savaştığın müddetçe. Vazgeçersen kaybetmiş olursun. Hakikati ya da hakikatini arıyorsun unutma. Ne aradığını bilmeyenler neyi bulabilirler ki.

Konuşma için teşekkür etti genç kız. Dikkate alacağı bir konuşma yapılmıştı. En azından şartlanmış ve dışlamış bir konuşma değildi.

İnsan önce kendini kaybeder bir hevesin bataklığında sonra bir berrak ırmağın kıyısında yıkanır da tekrar döner kendini bulur. Kendini bilen Rabbini bilmiştir. Kendini bulan Rabbini de bulur. Rabbini sevenler bilsinler ki önce Rabbi onları sevmiştir, vesselam.