Son günlerin en önemli gündem konusu sendikalar. Sendika nedir, niçin kurulur, nasıl işler, niçin çalışır? Bu soruların cevabı verildikten sonra sendika olmalı mı, kurulmalı mı, Türkiye de ki sendikalar hangi çalışanın, hangi sorununa nasıl çare olmuş? Bu soruların cevaplarıirdelendikten sonra sendikaların olması gerekliliği daha bir anlam kazanacak.

Bugün ki anlamda sendikal örgütlenme, işçilerin, kadınların ve çocukların ağır şartlarda çalışmalarını engellemek adına İngiltere'de Sanayi devriminden sonra 1700'lerden ortaya çıktığını görmekteyiz. Yine yasal anlamda da ilk sendika 1820 yılında yine İngiltere'de kuruldu.

Osmanlı İmparatorluğunda ve Türkiyede belli üretim dalları dışında sanayileşme yaşanamadığından işçi sınıfının ve sendikalarının ortaya çıkışı batıdaki örneklerine göre daha geç tarihlerde ortaya çıktı.Osmanlı İmparatorluğu döneminde bilinen ilk işçi hareketleri 1830'lu yıllarda tarım işçilerinde görüldü. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise sanayileşme alanında asıl atılım 1930 sonrasında başladı. İmalat sanayisinde yeni yeni fabrikaların kurulmasıyla işçi sayısında artışlar oldu. Ancak çalışanların "sınıf" temelinde birleşmeleriyasak olduğundan sendikaların kuruluşu da yasaktı.Daha sonra ki dönemlerde Dünya da ki gelişmelere paralel olarak 1936 yılında ilk İş Kanunu çıkarıldı. Bu gelişmeye bağlı olarak 1945- 1946 yıllarında Çalışma Bakanlığı, İş Bulma Kurumu ve İşçi Sigortaları Kurumunu kurdu. Dünya da ki gelişmelerden etkilenen Türkiye Cumhuriyeti de modaya uyarak demokratik gelişimin habercisi olarak sendikaların kurulmasına 1947 de çıkardığı kanunla izin verdi. İlk sendika olarak 1952 yılında TÜRK İŞkuruldu.

Bilindiği gibi çalışan hastalara, çalışan yoksullara ve çalışan düşkünlere yardım etmek amacıyla ilk sendikal hareketlerİngiltere'de ortaya çıkmıştı.Sendikal hareketler demokratik yaşamın temelini oluşturmanın yanında çalışanların da haklarını korumayı kendine amaç edinmiş üyelerinin gönüllü olarak aidat ödeyerek ayakta tutmaya çalıştıkları örgütlerdir. Bu gönüllülük katılım işini, Çalışma ve Sosyal Yardım Bakanlığı9 Temmuz 2013 de çıkardığı Sendika Üyeliğinin Kazanılması ve Sona Ermesi ile Üyelik Aidatının Tahsilatı hakkında ki yönetmelikle, sendika üyelerinin aidatlarını ödeme sorumluluğunu ne yazık ki devlet üstlendi. Devletin üye aidatlarını ödeme görevini üstlenmesiyle birlikte sarı sendikacılık denilen sendikalaşma ortaya çıktı.

Sarısendikalaşma, çalışanların haklarını korumadan çok yöneticilerin ikbalini koruma misyonunu üstlendi. Sarı sendikacılık, sendikaların hantal büyümesini sağladı ama çalışanların haklarını koruma görevini, üye sayısının büyüklüğü oranında sağlayamadı. Ülkemizde gerçek anlamda özlük hakları için direnç gösterecek sendikal örgütlenmeden bahsetmek mümkün değil. Sendikalara gerçek anlamda yüreği yanan, hakları gasp edilen insanlar üye olabilirse işt o zaman gerçek mücadele ortaya çıkabilir. Maalesef günümüzde sendikalara ahbap çavuş ilişkisi içinde hangi ikballere erişebilirim düşüncesiyle üye olunuyor. Sarı sendikacılık maalesef hiçbir ülkede adından söz edilmeyen, sadece ülkemize ait olan bir literatürün de doğmasına vesile oldu, sendika ağalığı.

Ağalar yiyor, içiyor, geziyor, gerdan kırıyor ama çalışanların sorunlarına çare bulmak için kıllarını kıpırdatmıyorlar. Sözüm ona bir iki süslü sözlerle eleştiri yaparak işi savsaklıyorlar. Niçin bu kadar acımasız eleştiri yapıyorsun diyenleri duyuyor gibiyim ama gerçekler bunlar. Ülkemizde sendikal hareketlerin dirençleri etkili olabilse enflasyonun % 24'lerde olduğu bir ortamda, çalışanlara %3,5 zam önerisini yapmayı kim cesaret gösterebilir. Bu ne demek, sen kimsin? Sen benim verdiğim aidatlarla ayakta duruyorsun? Seni ayakta tutan benim, sana ne verirsem onu kabul edeceksin, sesini çıkarma otur oturduğun yerde diyor, bu teklifle işveren.

Çalışanların haklarının aziz kabul edildiği, alın terlerinin kurumadan emeklerinin karşılığınınödenmesi gerektiği kabul edilen bir kültürü kendine temel seçmiş toplumumuzda, çalışanların haklarının korunması gerektiğini ifade ediyor, güçlünün değil haklının hakkının korunduğu bir sistemin gelmesini temenni ediyorum.

Unutmayalım ki hak verilmez, hak alınır.

Özer YILMAZ