Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de "insanın zalim ve cahil olduğunu önceden belirtiyor." Allah yarattığını bilmez mi?! İnsanoğlu acelecidir, peşin olanı çabuk ister. İnsanoğlu ahsen-i takvim (en güzel biçimde) yaratılma ile esfel-i safilin (en sefil biçimde yaratılma) özelliklerini taşıyabilen bir mahluktur. Kendini yaratana, rızık verene, hesap soracak olana bile isyan eden, onu inkar eden insandan ne beklersiniz.

İnsan başkaları ile ilişkide kendi istikametini bozmadan kendi netliğini bulandırmadan devam edebiliyorsa öpsün başına koysun.

"Herkese hak ettiği değeri vereceksin" diyen birine Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bir hadis-i şerifini söylemek gerekir: "İnsanlardan öyleleri vardır ki insanlar katında değerli, itibarlı sözü dinlenen biridir fakat Allah katında hiç kıymeti yoktur. Yine öyle bir insan vardır ki ne bir meclise çağırılır ne de bir sözü dinlenir ama Allah katında duası makbul olan çok kıymetli biridir."

Hele hele Allah'ın seçip de gönderdiği ve kavimleri tarafından yalanlanmış, dışlanmış, taşlanmış, öldürülmüş, tek bir ümmeti dahi olmayan nice peygamberler Allah katında herkesten daha değerlidir.

Bir farklı acıdan yaklaşırsak meseleye... İnsanın değer verme kabiliyeti, karşısındaki insanın mevcut değerinden çok düşükse nasıl hak ettiği değeri verecek? Birçok insana faydası olmuş toplumsal mücadelede belli bir seviye gelmiş ya da manevi olarak birçok mertebeler aşmış veyahut da bilgi konusunda allame bir kişiye hak ettiği değere verecek potansiyel bir terbiye seviyesi yoksa nasıl olacak?

Dolayısıyla "kişiye hak ettiği değeri vereceksin" sözü dört başı mamur bir söz değil kanaatindeyim. Lakin hakkın ölçüsü kişinin kendisi olmamak kaydıyla cümleyi kabul edebiliriz. Yanlış anlaşılabilir, hatalı tanımlanabilir bir durumdayken tespit edilmiş hak verme çabası kusurlu olabilir.

Bu zor durumdan kurtulmak için şu yapılabilir: Empati kurmak. Muhatabın böyle davranmasına sebep olacak her ne varsa onu düşünebilmek onun penceresinden. Hani derler ya "sen de haklısın dersen kavga çıkmazmış" diye... Bu cümle bizi bencilleşmekten de kurtarır. "İnsanların akıllarına göre konuşun" buyuran söz de bizi realiteye yönlendirir. Romantik olmaya gerek yok, güven konusunda gönlümüze dokunmayanlarla. Güzel bir davranış gördüğümüzde hoşlanır takdir ederiz. Kötü ve kaba bir davranış gördüğümüzde uygun bir şekilde tepkimizi koyar, yola devam ederiz.

Mevlana ne der: Tencerenin kapağı açılınca kokusundan ne kaynadığını anlarsın. İnsanlardan gördüklerinden onların nasıl biri olduğunu anlarsın bir parça.

Bir de şu hatırlanabilir bu konuda. İnsan, sana karşı iyi iken, kötü bir davranış yaptığında "hakkettiğinden fazla değer vermişim" diye onu gömebiliyorsun da hatasından vaz geçtiğinde onu neden hala o gömdüğün yerden çıkarmıyorsun? Tam burada insan kendi olumsuz kanaatinin altında kalıyor. Enaniyet/ bencillik yaptığını hissediyor egoistce davranıyorsun. Neden olumlu düşüncelere dönerek dostluğa daha temkinli devam etmiyorsun?

Büyükler daha başlangıçta insanı bilirler ve bu hakikatten ayrılmazlar. Hani Yunus Emre, dağlardan Taptuk Emre'nin dergahına dümdüz ağaçlar getirdiğinde: "Dağda hiç mi eğri ağaç yok Yunus'um, böyle dümdüz ağaç getirirsin?" diye sormuş. Yunus Emre de: "Sizin dergahınıza ağacın eğrisi bile yakışmaz..." dediğinde Şeyh Taptuk Emre onu azarlamış. O da dağlara gitmiş. Çünkü Şeyh, hatalı ve günahkar insanların da dergaha gelip orada tövbe ederek güzel insanlar olabileceği hakikatini anlatmaya çalışmış.

"İnsanlara hak ettiği değeri vereceksin" sözü hatasıyla sevabıyla binbir türlü işi olan insan için kalıplaşmış bir söz olamaz ve olmamalıdır. Bir tarafta sabır ve hoşgörü diğer tarafta tövbe ve istiğfar söz konusu olduğu müddetçe bu sözün donuklaştırdığı bir durum, insanı daraltır ve kilitleyebilir.

Belki her daim güzel olan, af ve bağışlama yolunu seçip gerisini Allah'a havale etmek ve varsa şerrinden Allah'a sığınmaktır mantıklı olan. Böylece Müslüman bir zihinle Rahman'ın rahmet nazarları içinde kalabilmek son güvenilir durak olacaktır vesselam.