Herşey bir "elif" ile başlamıştı öyle değil mi küçük kız? Sonra içinden koca bir inançla elhamdülillahi Rabb'il Alemin dedin.

Ve... elif, lam, mim... İşte yolculuğun bu harfler gibi sırlıydı. Küçük kız, hayat rehberini bulmuştu: Rabbinin yüce kitabı. "Onu, biz indirdik, biz koruyacağız " ayetinin tecellisi olan Kur'an-ı Azimuşan. Küçük kız kelamı okudukça huzura kavuşuyordu adeta. "Biz onu Arapça olarak indirdik" diye tarif edilen kitaptan okuduklarını anlamak istiyordu. Arapçayı öğrenmeye karar verdiğinde ortaokula başlamıştı. Arapça sevdası büyüyordu. Aradan bir zaman geçti o küçük kız orta son sınıfa gelmişti. Sınava girecek ve tercihlerini yapacaktı. Arapçayı seviyordu ama İmam Hatipe de gitmek istemiyordu. Çünkü ortaokuldaki grup arkadaşlarıyla aynı okula gitmek istiyordu. Tabii ki devreye "nasip" girince diyecek bir kelime yoktu. "Sema, bunda da vardır bir hayır" dedi kendi kendine ve İmam Hatipe başlamıştı. Grup arkadaşlarından ayrıldığı için çok üzgündü. Dokuzuncu sınıfa başladığı ilk günü ağlayarak eve gelmiş "okulunu değiştireceğini" söylemişti.

Ailesi, İmam Hatipe gidiyor, diye gurur duyuyordu kızlarıyla . Annesi teselli etti Sema'yı: Abinle, ablan da bu okuldan mezun oldu ve güzel ilimler öğrendi ve güzel yerlere geldiler, dedi. Gözyaşlarını silmişti biricik kızının. Fakat dışardan bakıldığında Sema İmam Hatipe istekli gelmiş gibiydi yani öyle görünüyordu. Hocaları ve arkadaşları inanmıyordu istemiyerek geldiğine. Sema, senenin sonunda üç iyi ve güzel ablayla tanışmıştı. Mine , Eda ve Kevser... Bu ablalar vesilesiyle bir sohbet halkası oluşmuştu. Halkası günden güne genişliyordu. Sema'nın gönül arkadaşları çoğalıyordu. Çoğuyla anlaşıyor ve güzel vakit geçiriyordu. "Sevmiyorum" dediği okul, aslında onu ahiret yurduna hazırlayan mekan olmuştu.

Derken senenin sonu gelmiş okullar kapanmıştı ama sohbetler devam ediyordu. Yaz tatilinin sonunda İhmed'in düzenlediği Kütahya-Yoncalı kampına gitmişlerdi. Orada Rümeysa ablasıyla tanışmış onu çok sevmişti. Rümeysa ablası edebiyat bölümünde okuyordu. Sema şaşırmıştı, İmam Hatip'ten mezun olanların hep cami hocası olduğunu sanıyordu. Tabii ki kamp esnasında kendilerini evlatları gibi seven Günay Teyzesiyle de tanışmıştı. Yoncalı yolculuğu esnasında kendi elleriyle yaptığı çörekleri ve börekleri bize uzatıp "yiyin yavrum" diyordu. Yolculukta ezgi söylemek olmazsa olmazdı. Ezgi/ilahi söyleme macerası bu kampta başlamıştı Sema'nın.

Üç yılın sonunda Sema, İmam Hatip son sınıfdaydı. Kararını vermiş Arapça öğretmeni olacaktı. Gece gündüz Arapça'ya çalışıyordu. Bir zamanlar ağlayarak geldiği bu okuldan ayrılmak istemediği için ağlıyordu. Çok güzel kardeşler ve dostlar edinmişti. Şefika, Cevriye, Nisa, Esra, Sema ve Zehra... Daha nice güzel insanlar hayatına girmişti.

Fakat son sınıfın ikinci dönemin başında Sema'nın yüreğine ateş düşmüştü. Çok sevdiği biricik babasını kaybetmişti. Babası yıllarca çalıştığı okuldan kızının mezuniyetini göremeden göçüp gitmişti. Bu cümleleri yazarken dahi gözlerinden inci inci yaşlar boşalıyordu. Okulun ilk iki yılı yani emekli olmadan önce babasıyla beraber okula gidiyordu. İmam Hatibe tam otuz sene emek vermişti babası. Bir gün tenefüste okulun bahçesine çıkmıştı Sema. Bahçeyi süpüren babasına tatlı tatlı baktı. Gurur duyuyordu onunla parasını alın teriyle kazandığı için. Babası kızına, "bu okula alışamadıysan kaydını başka okula alabiliriz" dedi. Sema, babasına sarıldı ve "ben İmam Hatip mezunu olacağım" dedi ve "Benim de bir tanıdık Sema'm bu okuldan mezun oldu, diyeceksin" dedi babasına. Çok mutlu olmuştu babası, "mezuniyetinde en önde olucam kızım" diyerek sarılmıştı. Bu muhabbetten iki yıl sonra babası aniden gelişen bir hastalık sebebiyle vefat etmişti.

Bir yaz okulu günü binanın arka bahçesine geçip banka oturdu ve tekrar o günü hatırladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sema biliyordu ki özellikle babasını hatırladığı zamanlar o yanında ve yakınındaydı. Çünkü "ve li rabbike fesabbir/Rabbin için sabret" ayetini çok seviyordu. Belki babasını öpemiyordu en azından toprağına sarılıp toprağını kokluyordu.

Evet, liseden mezun olmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Artık abisine emanetti. Okulunu açıktan okumasını istedi. Sema "tamam" demekten başka çaresi yoktu. Hayallerinin peşini bırakmamıştı Sema. Arapça öğretmeni olacaktı. Her şeyden önce muhafız olacaktı. Ne zaman canı sıkılsa hemen açıp ellerini, Rabbine dua ediyor ve huzur buluyordu. Çünkü kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulurdu. Dualarında ısrarcıydı. Olmaz diye bir düşünceye asla kapılmamıştı engeller çıksada önüne. Çünkü biliyordu ki Rabbi ondan "naz etmesini" değil "teslimiyet" bekliyordu. Ancak Allah'tan kafirler umudunu keserdi. Dualarında ısrarla ve samimi bir şekilde arzularını dile getiriyordu. Hiç şüphesiz ki Rabbi dualarını işiten ve cevap verendi.... Ve's-selam.

SEMA YILMAZ

İHL MEZUNU