Babamı ortaokul yedinci sınıfta kaybettim.Tam beş kardeştik.Tüm ailenin yükü omuzlarımdaydı.Bir ağabeyim Türkoloji Bölüm öğrencisi,bir ağabeyim Kimya Fakültesi öğrencisi,bir ağabeyim de Arifiye Öğretmen Okulu'nda.Kız kardeşimde henüz altı yaşında düntadan habersiz.Hafta içi okula gider,hafta sonları da tütün tarlalarında çalışırdım.Babamı kaybettiğim günleri dün gibi hatırlıyorum.Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın.İnsanın kolu kanadı kırılıyor.Hayatın yükü tüm acımasızlığıyla insanın omuzlarına biniyor.

1972 yılının soğuk bir kış günü 3 Şubat Perşembe.Yerde yaklaşık 30 santim kar var.Rüzgar yanık bir ezgi çalarcasına kuvvetli esiyor.Ancak hiç üşümüyorum.Cenaze köyümüzün camiinden bir öğle namazı vakti son yolculuğuna uğurlanıyor.Anacığım sokağımızın köşe başından bakakaldı.Umutları,geleceği,gelecekteki düşleri insanların omuzlarında mezarlığa doğru gidiyordu.

Herkeste derin bir sessizlik vardı.Hem kendi köyünü aydınlatan,okuma yazma bilmeyen ailelerin asker mektuplarını yazan,mektuplar geldiğinde okuyan,fakirlerin evlerine un çuvalı gönderen,bayramlık alamayanları giydiren Arifiye Köy Enstitüsü Mezunu Eğitmen Akif Hoca 27 yıl hizmet ettiği yakın köy Küçük Yenice Köyündeki gözü yaşlı öğrencilerin önünden geçiyordu.Kolay değil aynı köyde tam 27 yıl öğretmenlik yapmıştı.Öğrencileri köyün dere başında tek sıra dizilip selam durmuşlar öğretmenlerini yaşlı gözlerle selamlıyorlardı.

Öğretmenler bir anadır,bir babadır,öğrencilerine bir şey olsun istemezler.Onları gözü gibi korurlar.Ataya saygıyı,aile sevgisini,vatan sevgisini,adaleti,haksızlığa baş kaldırmayı onlardan öğreniriz. Öğretmenlerinin başlarına bir şey geldiğinde öğrencileri göz yaşları dökerler,üzülürler.Hani insanın canı nasıl acırsa içleri de öyle yanar.Bunu babasını kaybetmiş bir çocuk çok iyi anlar.Çünkü o bakışlar,o gözyaşları masumdur.Ama nedense çocuklar büyüdükçe masumiyetleri gider.Sevgiyi saygıyı,hakkı ve adleti unuturlar.

Eğitimin süresi arttıkça nedense bir başka olurlar.Değişim olumlu olacağı yere olumsuz olur.Bu söylediklerim herkes için geçerli olmasa da genelde böyledir.Babaannemin dediği gibi ''Oğlum yoksulluk kapıdan içeri girince aşk pencereden kaçar'' derdi.Belki de insanları yoksulluk,olumsuz yaşam koşulları,gelir adaletsizliği böyle yapıyor olabilir.Toplum bilimci değilim ama görünen köy kılavuz istemez.Malesef toplum olarak her geçen gün bencilleşiyoruz,yalnızlaşıyoruz.

Cenaze defin yerine vardığında kar yağışı iyice artmaya başlamıştı.Kimisi karın yağışını bereket olarak yorumlar ama o zamanlar çocuk aklımla ben içindeki yanan ayrılık ateşini söndürüyor diye düşünmüştüm.Canımı,çiğer paremi,yol arkadaşımı kara toprağa bırakıp köylülerle birlikte eve geldiğimde anacığımı derin derin düşüncelere dalarken buldum.Şimdi ben beş çocukla ne yaparım der gibiydi.

Fatma anam babası Recep Dede gibi cömertti. Yardımı, yardımlaşmayı, yedirmeyi içirmeyi, yoksulları giydirmeyi severdi.Belki de Allah ona bu yüzden dayanma gücü vermişti.Biz üzülmeyelim diye yanımızda ağlamaz ancak evin bir köşesinde için için ağlardı.Çınarı devrilmişti.Çınarının sadece dalları biz evlatları kalmıştı. Onlara kol kanat germeliydi. Okutmalıydı.Mücadele etmeliydi. Nitekim öyle de yaptı. Giymedi giydirdi. Yemedi yedirdi. Bize babasızlığı hiç hissettirmedi.Okumamız için gece gündüz demeden tütün tarlalarında çalıştı. (yarın devam edecek)