1-Genelde aile ile alakalı kitaplar yazılırken, bilgilendirme seminerleri yapılırken masa başında kolay yazılabilen sözler kullanılır. Ailenin önemi vurgulanır. Çocukları korumanın kutsiyeti tekit edilir. Erkeğe ayrı, kadına ayrı nasihatler yapılır. Bu nasihatlerin ne kadarı ilgililerine uygun düşer ne kadarı da boşa gider belli değildir. Bilhassa ayet ve hadis eksenli nasihatlerin kullanıldığı ortamlarda, mü'min insanların 'ama' ile başlayan itirazlarını dikkate almak gerekiyor. Ayet hadis dinleyecek durumda olmayana ayet hadis izah edilmesi, kaş yaparken göz çıkarma sonucunu getirebilir. Aileyi kurtaracağız derken imanı kaybetmek tam anlamıyla afettir. Mesela hanımların, tartışmalar ve ikna ortamları uzadıkça önlerine konan her şeyi yok sayan bir tutuma girmelerine neden olmamak gerekir. Erkek için de aynı durum geçerlidir elbette. Bayanlar, erkeklere göre daha daraltılmış bir alanda tutulduklarını, ayet hadislerin onları erkeklere göre daha fazla sınırlandırdığını düşünmelerine sebep olmamaya dikkat edilmelidir. Kadının mücahide olmasının temel esaslarından biri olarak bunu kaydedebiliriz.
2-Evde hayatın normal yürüyebilmesi sabra bağlıdır. Sabır, çaresizlik içinde beklemek değildir. Asıl sabır, yapabileceğini Allah rızası için yapmamaktır. Kızabilecekken kızmamak, dövebilecekken dövmemek, sövebilecekken sövmemektir. Hakkını arayabilecekken, belli bir noktaya kadar hakkını aramamak, feragat edebilmek sabırdır. Sabrı, ailede başarının ana şartı kabul etmedikçe hayatın yükü çekilmezdir. Sabrı namaz gibi bir eğitim konusu görmeliyiz. Nasıl namazı çocuklukta öğreniyor ve git gide de namaz içinde bir olgunluk gösteriyorsak sabırda da büyük bir süreci izlemeyi bilmeliyiz. Hayatı Allah için yaşadığını düşünen ve kadınlığından, anneliğinden ecir bekleyen bir kadın sabırlı olmalıdır. Bu sabrı da en az, hamilelik ve doğum sürecindeki sabrı düzeyinde olmalıdır. Doğurma sürecinde mesela yüz üzerinden seksen sabırlı bir mü'min kadın, eşine ve çocuklarına karşı bu oranı düşürmemelidir. Çünkü kaldırma kapasitesini o şekilde tescil ettiren bir kadının çocuklarına ve eşine karşı tahammülde aşağılara inerse şeytana yardım edecek işler yapmış olur.
3-Mü'min bir ailede, Peygamber aleyhisselamı örnek ve önder gören erkek ve kadının ailevi ilişkilerinde gözlük ayarını belirleyen yani birbirlerini gören bakışlarını belirleyen prensip şu hadisi şerif olmalıdır: 'Mü'min bir erkek, mü'min bir kadından gördüğü ilk hata ile hemen nefret etmesin. Bir hoşlanmayacağına karşılık hoşlanacağı vardır.' Müslim, 1469. Aile hayatının sırrı gibi duran bir prensiptir bu. İnsanız, insan olarak eş oluyoruz. Eş olmamız, koca veya kadın olmamız, insan olmamızı kaldırmıyor. İnsan olarak yatıyor, insan olarak kalkıyoruz. İnsan da hata ile doludur. Rabbine karşı bile insan hatalarla dolu bir kulluk yaşamaktadır. Üç yapabiliyor bir yapamıyor. Bazen de, bir yapıyor üç yapamıyor da yine Allah kulluğu kabul ediyor. Yaratan Allah'a karşı durumu böyle olan insanın, evinde mükemmel olması ne kadar mümkündür? Bir de kendisi mükemmel olmayanın karşısındakini mükemmel olarak görmeyi istemesi hakkı olabilir mi? Erkek, kadının kusurlarını saydığı kadar iyi yönlerini de saymalıdır. Aynı şekilde kadın da eşinin kusurlarını kaydettiği gibi ilk günden beri bir kenara kaydettiği iyilikleri de bulundurmalıdır. İnsan olmak da bunu gerektirir, Allah'ın kulları olmamızın tabii sonucu da budur.
4-Mü'min kadınların bile kabul etmekte zorlandıkları bir ev gerçeği şudur: Kadın, çocuk doğurup çocuğunu büyütmeyi kutsal kabul ettiği kadar, kocasının eşi olmayı da kutsal kabul etmeye mecburdur. Kocasının eşi olarak icra ettiği şeylerin din açısından çocuk doğurmaktan daha basit olmadığına iman etmeye mecburdur kadın. Mü'min kadınların böyle bir anlayışı, kendilerinin erkeklere köle gibi sunulması olarak algılamaları yanlıştır. Eşine karşı iyi tutum sahibi kadına cennet vaat eden hadisler meşhur hadislerdir. Bu hadislerin bir bölümünde 'iyi kadın' özellikleri sıralanırken eşe itaatten önce namaz, oruç gibi en zirve ibadetlerin sayılması gayet derin düşüncelere sevk etmelidir. Eşe itaatin, namazla beraber anılacak bir seviyede tutulduğu bir dinde, o dinin mensubu kadınların böyle bir anlayışı kendilerine yapılmış bir zulüm gibi anlamalarını sadece yabancı fikirlerin etkisinde olmakla izah edebiliriz.
Evet, kadının eşine itaat sınırsız ve kuralsız değildir.
-Allah'a isyan olan şeyde itaat yoktur.
-Bedensel takatin altında kalan bir itaat yoktur.
-Zulme razı olmak yoktur.
-Köle muamelesine sessizlik yoktur. Bunları kaydetmek gerekir.
Eşler, birbirlerinden beklentilerinde bir denge oluşturmaya mecburdurlar. Bu dengenin oluşmasında, birbirlerine karşı beklentileri, çocuklar ve aile büyükleri gibi ayrıntılara dikkat edilmesi gerekir.Kadının bilmesi gereken inceliklerden birinin de, nikahlandıktan sonra eşinin üzerindeki hakkının anne babasının üzerindeki hakkından daha büyük olduğudur. Anne babasını bir kenara itmesinin makul olmayacağı gibi, eşini anne babasının önünde yok kabul etmesi de makul değildir. Nikahın kurduğu bağın bağlayıcılığı bu oranda güçlüdür.
5-Bugün aileler olarak yeniden okunması gereken bir hakikat önünde duruyoruz. O hakikat şudur:
Ailenin çimentosu yani ailenin ruhu yatak odasıdır. Mutfak ve oturma odasının ailede ruh düzeyinde olması mümkün değildir. Aile, ölüm titremelerine girdiğinde büyük oranda yatak odasında üreyen mikropların etkisi ile o sürece girmiştir. Kadınların, erkekleri bağlayabilecekleri ikinci bir güçlü bağ yoktur. Kanun ve örf, erkeği bağlayıp kadını saldıkça sadece haramı teşvik etmiş olur.
Bu hakikatin resmi ilanı durumundaki hadisi şerifi her kadın, hoşuna gitse de gitmese de hafızasına nakşetmelidir.'Kocası kadını, yatağa davet ettiğinde reddederse o kadın, sabaha kadar meleklerin laneti altındadır.' Buhari, 3237; Müslim, 1436; Ebu Davud, 2141
Meleklerin bir mü'mine lanet etmesi ne anlama gelir, bu bir mecaz mıdır, neden sabaha kadar gibi sorulara girmeye gerek yoktur. Kadınların bunu hak etmediklerine ilişkin beyanları da herkesin Rabbi ile arasındaki bir mesele olarak kalır. Biz burada sadece, ailede çatırdamanın nereden kaynaklanabileceğini izah etmeye çalışıyoruz.
Biz elhamdülillah mü'miniz. Mü'min olmamız da kayıtsız ve şartsız teslim olmamızı gerektirmektedir. Nefislerimize ağır gelse de, çevremizi kuşatan kültür aksini söylüyor olsa da iman ettiğimiz değerlerimize bağlı kalmak durumundayız.
6-Din eksenli bir hayat yaşama arzumuz, dünya nimetlerinden ve bedenlerimizin arzularından tamamen kopmamızı gerektirmez. Dünyaya tapınmak ve dünya nimetlerine köle olmuş bir hayat yaşamakla, dengeli bir seviyede dünya nimetlerinden yararlanmak farklı tutulmalıdır. Mü'min insanların, nikahlandıktan sonra birbirlerinin bedenleri üzerinden lezzetlenmelerini yasaklayan hiçbir belge yoktur. Aksine teşvik eden ayetler hadisler vardır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin oruçlu olduğu halde hanımlarını öptüğüne dair hadisleri bile bu konuda ele alsak çok farklı bir sonuca ulaşırız. İyi bir din hayatı yaşamak, lezzete mani değildir. Aile içinde daha takvaya yakın olma adına içe kapanık olmaya gerek yoktur. Abartmadan ve sefil duruma düşmeden bu hayat, herkes kadar mü'min için de nimetlerle doludur. Kadına, nafile oruç tutması konusunda eşinin durumuna bakmasını emreden hadislere de dikkat edildiğinde zihnimizde gayet farklı bir tablo oluşacaktır.

7-Aile içi sıkıntılarda veya kadının beklenen konumda olamamasında, erkekle kadın arasındaki anlaşmazlıklar şüphesiz ilk sıradaki konudur. Bunu tartışmanın gereği yoktur. Yalnız kadınların kendi aralarındaki iletişimleri ve birbirleri üzerindeki açık ve gizli etkileşimleri bir kenara bırakılmamalıdır. Kadını, kadının ne kadar ezmediğini inceleyebiliriz. Erkek, alenen eziyorsa kadın, bilerek veya bilmeyerek, açık ya da gizli kendi hemcinsini ezebilmektedir. Kadınların, basit bir erkek düşmanlığı ile asıl incelenmesi gereken sıkıntıyı ihmal ettiklerini bilmelidirler.