Belki de samimiyetimizin örselenmişliği demek lazım gelirdi. "Mazinin kutlu günlerinden şimdinin sıradan günlerine geldik" diye başlayan yorumsal cümleleri herkes iç geçirerek anımsar. "Neydi o günler? Samimiydik, fedakardık, vefalıydık. Lakin şimdi ne haldeyiz görüyorsunuz."

Kim çıkıp cesurca bu yaklaşımlara itiraz eder ki? Yaşanmış koca bir hayat, mazinin tozlu raflarında boynu bükük dururken elinin tersiyle onları silecek kaç adam vardır?

Bu kelimelerin yazarı sahibi buna cesaret eder belki.

Geçmişte birlikte olduğumuz arkadaşlarımızla-dostlarımızla zaman zaman bu konuyu dolarız dilimize. "Abi, neydi o günler? Sabah namazında camilerde buluşurduk, her cumartesi İmam Hatibin bahçesinde top oynardık. Loş ışığın altında Sahabe Efendilerimizin yaptığı gibi, sanki Allah (c.c) gönderdiği ayetleri ilk kez okurduk; büyük geziler yapardık ülke çapında, neredeyse gitmediğimiz yer kalmadı; iftar programları tertip ederdik bazen annemiz "bize de iftara gel" derdi; deli gibi kitap okur, iki günde bir kitap bitirdiğimiz olurdu; evlerimize davet ederdik, evlerde toplanırdık annelerimiz ikram hazırlardı...

Daha fazlasını saymaya gerek var mı bilmem?

Yıllar önce bir kitapta okumuştum ve şöyle yazıyordu; "Hatıraları konuşmaya başlamışsan dostum ihtiyarlamışsın demektir." Öyleyse ne yapmalı ki bu hatıraların arasında dolaşmaktan çıkmalı... Doğan her gün, yeni bir müjde, her gün yeni bir ümittir. Rabbimize kavuşma vakti yaklaştıkça asık suratımızla pişmanlığımızı mı takdim edeceğiz?

Bence eski günlerin şimdiden hiçbir farkı yoktu. Günler aynı günler. Değişkenlerin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Başlangıçta bir çocuk kalbi taşırdık. Hilekarlık, döneklik aklımıza gelmezdi. Dünya adına bir derdimiz yoktu, ekmek elden su göldendi, babamız sağ olsun. Bize düşen İslam'ı en güzel biçimde öğrenmek ve samimiyetle uygulamaktı. Tercih hakkımızı hep dinden yana kullandık. Çünkü İslam, Allah'ın gönderdiği son din idi ve en doğru olan oydu. Ne de çok (aslında hiçbir şey bilmiyorduk) yanlış şeyler biliyorduk öğrenene kadar.

Şimdi çok mu biliyoruz? Hayır. Neleri bilmek zorunda olduğumuzu fark etmedik mi? Evet. Ama biz nelerle uğraşıyoruz "o hoca demiş, bu siyasetçi ne demiş?" Uğraşmayalım mı? Evet, uğraşalım zira dün çok samimi bildiğimiz, kitaplarını okuduğumuz ve okuttuğumuz kişilerin bugün dini kullanarak insanları nasıl istismar ettiklerini gördük.

Mazide "okuyorduk ve samimi Müslümanlarla birlikteydik", bu gün de aynen öyle davranabiliriz. Şahsen okumaya devam ediyorum. Gençlik zamanlarımızda paramızı dörde ayırmalıyız deyip sıralardık; "Bir kısmını basın yayına, bir kısmını hayır hasenata, bir kısmını muhtaçlara-yetimlere yardım için, diğer kısmını da günlük iaşeye harcayacaktık. Şimdi aynen devam ediyoruz. Kitap almaktan ve okumaktan, gazete ve dergi abonelikleri, yetim çalışmalarına destek vesaire devam ediyor. Maziyi hatırlayıp ağlayan herkes zaten yapıyordur. Her yerden haber alıyoruz diye gazeteyi kesmedik, dergilerin her vakit okuyamıyoruz diye terk etmedik.

Değişken zaman ve şartlar, değişen ise biz oluyoruz. Tabii bir sonuç bizi niye bu kadar korkutuyor ki. Hiç mi tarih okumadık? Hiç mi Mekke dönemi ile Medine dönemini düşünmedik. Aynı şeyler oluyordu. Yeni şartlar yeni davranışlar her devirde olacak çünkü Rabbimiz her günü yeniden yaratmakta.

Hatta bazı ayetler bile aynen tekrar ediyormuş gibi görünse de her defasında farklı yönlere işaret buyuruyor ya. Takva üzerine yaşamayı prensip edinmiş bir insan, her şartta ne yapmasını bilecektir. Şimdilerde "Biz o işleri biliyoruz!" deyip mazeret olarak işi gücü ya da evi barkı mazeret gösterenler "neydi o günler" diye sayıklayabilirler.

Gençken mesai arkadaşlarımız yani sınıf arkadaşlarımızla neler yapmışsak veya neleri yapmayı planlamışsak şimdiki iş yerimizdeki mesai arkadaşlarımızla aynı dertleri paylaşabiliriz. Dün 12 A sınıfında okuyan öğrenciler olarak birimizin evinde, bir sohbet halkasındaydık, şimdi Hakim, diş hekimi, memur, öğretmen, dernek başkanı, belediye başkanı, iş adamı, okul müdürü gibi sıfatlarla bir araya gelebiliriz 12 inci sınıftaki samimiyetle...

"Şeytan apaçık düşmanınız" buyuran Rabbimiz değil mi? Yokluk, sıkıntı ile geçen gençlik yıllarından sonra bolluk, serbestlik dönemine ulaştık olan bu. Sorumluluklarımız arttı, dertlerimiz çoğaldı ve farklılaştı. Titiz olduğumuz konularda biraz geriledik belki. İnancımızda gevşeklikler başladı belki de. Kılık kıyafetimiz darlaştı, şeffaflaştı ve kısaldı belki. Camiye gidişlerimizi azaldı. Ancak kendimizi toparlayabiliriz. Okumalarımızı biraz artırırsak, çay bahçelerindeki dost meclislerini evlerimizdeki veya derneklerimizdeki sohbetlere dönebilirsek, olu bu iş. Eşimiz ve çocuğumuzun yetişmesi için biraz daha ciddiyet göstersek ve ileriye baksak, yapacaklarımıza aynı samimiyetle inansak, hayallerimizden vazgeçmezsek bu geçiş döneminde... Olacaktır olacak olan.