"Bu on bir ay ne çabuk geçti" diye duyduğu cümleden sonra şimdi de "elveda" diyorlar. Bir sevgiliden ayrılır gibi yürekler tatlı bir burukla uğurluyor bir vakti. Müslüman'ın zaman ile muhabbeti böyle oluyor demek ki.

Mekke ile, Uhud Dağı ile, Medine ile, Kudüs ile, İstanbul ile muhabbeti de böyledir öyleyse.

Müslümanlar, bir insanla kurdukları ünsiyet gibi tabiatla ile aynı duyusal bağ kurabiliyorlar. Çünkü tüm kainat canlıdır Müslüman'ın tasavvur dünyasında.

Oruç ayı ramazan, Kuran ayı ramazan, ibadet ayı ramazan, yardımlaşmayı ayı ramazan, ecir ayı ramazan, Müslümanların ayı ramazan...

Eksikliğimizi tamamladığımız aydır ramazan, insanlığımızın kalibresinin yükseldiği aydır ramazan. Hayatı yoktan var eden Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak içindir katlanılan bunca zahmet. Bireyden topluma dalga dalga yayılan bir iyilik halkasının nefes aldığı bir aydır... Lakin her ne kadar bir daha kavuştur desek de arada çarçabuk geçen bir on bir ay var(!)

Arife gününün telaşı elimizi ayağımıza dolandırır. Alış veriş bir yandan, temizlik öbür yandan bastırır. Bir de biten hatimlerin duası, fitrelerin kime verileceği telaşı.

Tüm bunlar devam ederken milletine hizmete adanmış bir uzun adam meydanlarda bitkin bir halde ve oruçlu ağzıyla mücadeleye devam eder. Onun davasına inanmış ve koca meydanı dolduran milleti de sıcaklığa, oruç oluşuna aldırmadan kürsüdeki uzun adamın esprili konuşmalarını coşkuyla dinliyorlardı.

Bir bayram arifesiydi telaş çoktu. On gün sonra milletin kaderini belirleyecek seçim yapılacaktı. Elden gelen ardına komadan mücadele eden bir yorgun adam... İşte, inanmışlığın abidesi; işte, ardından adım adım gidilecek lider, diye düşünen onca kalabalık.

"Millet kıraathanelerini kuracağız, sabahlara kadar açık olacak, on beş bin-yirmi bin kitabın bulundurulacağı, internetin bağlanacağı bir sıcak kucak kuracağız. İkramlar da bizden olacak..." diyordu. Kitap okuma noktasında ileri milletlerin ardında olan bir milletin evlatlarına gösterilmiş ufuk bir hedef... Ne yapmaya çalıştığı belli olmuyor muydu yorgun adamın?

Milletine adanmış bir ömür, işte yine mikrofonun başında... Birçok yalan-dolanla, yanlış anlamalarla, çarpıtmalarla mücadele ediyor.

İşi zor fakat yüreğindeki inanç, bileğindeki kuvvet ve milletine olan güvenle bir zafer tacına uzanıyor bu yorgun adam...

Arife günü telaşından kendini koparmış, ramazanın tüm ağırlığını bedeninde hisseden bir meydan dolusu insan, vatan nöbetini tutmak için haziran güneşini üzerine elbise yapmışlardı.

"Ben her gün konuşmayacağım, televizyonları işgal etmeyeceğim" diye uzun adama laf yetiştirmeye çalışanlar örtülü olarak "ben onun kadar çalışamam, herkes görevini bilecek" gibi bilmişlik ve hakperestlik gibi görünen cümlelerin başka açıdan okunması mümkün müdür?

Arife gününün telaşı hala sürüyorken pazarlarda, alış veriş merkezlerinde, dükkanlarda birileri de bayrama hazırlıyordu memleketi. Bayram edecek bir millet, biliyordu ki derdin dermanı içindeydi. On gün sonra bir bayram daha yaşacaktı oruçlu gönüller.

Ekranlardan okunan Kur'an'lar susmayacak, semalara yükselen minarelerden dinin temeli olan şehadet kelimeleri arşa yükselmeye devam edecekti. Bu bayramdan bir hafta sonra milletçe kutlayacağımız bayramın telaşesi ziyaretlerde bile devam etmeliydi.

Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım, diye başlayan muhabbetler tatlı tadındaki uyarıcı, gönül alıcı cümlelerle mührün istikametini de ayarlama demlerine kapı aralayacaktır.

Hayırlı bayramlar efendim...