Günlerdir gönlüne heyecan vermeyen konuşmalar dinliyordu. Teknik cümleler bir kap misali içine neyi koyarsan onu taşıyacak cinstendi. İçinde büyüttüğü yaklaşımlardan kimse bahsetmiyordu sadece konuşulanlardan faydalanmaya çalışıyordu.
Gün geldi, kürsünün başına geçti. Kimi hatıralarından kimi bilimsel verilerden kimi filmlerden kimi romanlardan bahsederek konuyu takdim ediyordu. En çok dokunacağı mesele, yani konunun teması “neden din gibi sosyal hayata yön veren” bir değerden istifade ediliyordu.
Yıllar önce “Aile İçi Şiddet” konulu bir seminerde konuşmacı hanıma aynı soruyu sormuştu. “Neden dinin bazı tavsiyelerini zikretmiyorsunuz konu hakkında. Yani Allah’ın ve Peygamberi’nin sözlerini, şu sıralanan maddeler kadar ya da istatistikî bilgiler kadar da faydası olmayacağını mı sanıyorsunuz?” demişti.
Toplumsal düzeyde din, bireysel düzeyde inanca vurgu yapmak ne anlama geliyordu ki? Konuşmanın bilimselliğini mi kaçırıyordu yoksa inandırıcı mı gelmiyordu? Bu cevheri yok saymak ne kadar da alışılmış bir şeydi eğitim camiasında.
Sanırım temiz niyetli olanlar her şeyi bu kadar çabuk dine bağlamayalım diye düşünürken bazıları yanlış anlaşılır korkusu yaşamış olabilirler. Lakin zaman zaman dini yaşayışı yarım siyasiler/idareciler “temizlik imandadır” değil mi gibi cümleleri zikredebiliyorlar. Hissedilen şu oluyor bu durumda; sıkışıldığında dini bir yama gibi kullanmak. Dini yedeğe alıp gerektiğinde imdada çağırmak. Neden? Çünkü bu halk bundan anlar.
“Dini” hayatı tanzim eden, davranışları ve düşünceyi biçimlendiren bir mevkide görmediğimizden abuk sabuk konuşmalarımız oluyor. “Din” demekten kastımız onu gönderen, bir hayat nizamı kabul edilsin diye ayet ayet kitabı indiren yüce Allah’ın sözlerini kast ediyoruz. Allah’a karşı gelmek, tabii kimsenin isteyeceği bir şey değil.
Yıllar önce İnegöl Lisesinden edebiyat dersinde Yusuf ile Züleyha mesnevisini inceliyorduk. Bir öğrenci elinin tersini dudaklarına perde yaparak yanındaki arkadaşına “yine din anlatıyor” demez mi? Fısıltı tonunda söylenmiş bu söz dikkatimi çekti ve biraz hiddetli biçimde “sen ne dedin az önce bakayım?” “yok hocam, bir şey demedim” dese de ben edebiyat öğretmeni olarak mesajı almıştım.
Evet, İmam Hatip Liselerinin kurulmasına büyük emek veren Müslüman milletimiz inançlı doktor, inançlı mühendis, inançlı öğretmenler, inançlı siyasetçiler yetişsin diye ibadet aşkıyla çalıştılar. Biz de o nesilden biriyiz.
Sözlerimizin sınırını ayetler çizer, hadislerin güzel ifadeleri süsler her bir cümlemizi. İnsan hata yapabilir belki ama düşüncesini, fikirlerini hakikatin kaynağına yöneltir ve oradan ilham alırsa gayet güzel ve sağlam olur.
Gerçi öğrencilerimiz meseleyi kavrasın diye her dereden su taşıyoruz değirmene. Yeterki idrak dünyalarına bir şeyler katalım. Anlatmak istediklerimizi anlatabilelim ki reddedenler neyi reddettiklerini bilsinler.
Edebiyat dersinde dini mevzulardan bahsetmeyen adamı, edebiyat öğretmeni bile yapmamak lazım. Zira divan edebiyatının tümü dindar adamların ürünleriyle dolu. Müslüman Türk halkının duygularını dile getiren aşıklar dahi dini temalar kullanmışlardır. Yunus Emre’yi, Mevlana’yı anlatırken nasıl bir dil kullanıyorlar merak ediyorum.
Eğitim yaparken dini verileri bir araç olarak değil de İslam’ın öngördüğü “siz insanlar içinde çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülükten de sakındırırsınız” amacı doğrultusunda kullanmalıyız. Zira din, sanılmak ve anlatılmaktan öte yaşanır. Din ya da inanç insanı çok değiştirir. Öyleyse eğitimin ve eğitimcilerin derdi nedir?