İşimin verdiği yorgunluğu iliklerime kadar hissettiğim bir anda kapıdan gülen bir yüz ifadesi ile girip karşıma oturdu. Her zamanki gibi temiz giyinmiş, dişlerinde sürekli bulunan iltihabın vermiş olduğu ağrıyı umursamaz bir eda ile muhatabına gülümsüyordu.

Belki de muhatabından almış olduğu iletişim hazzı, o sıkıntısını bastırıyordu. Bana yöneldiğinde ağrılarından gaflete düşecek bir muhabbet yükü ile hamil bir insan aynasına bakmayı ne çok isterdim!

İşimin yoğunluğundan dolayı, Hayati İnanç'ın hayalimdeki hatırasına rağmen, söyleyemeyeceğim stresin, günümüzde adaletsiz bir şekilde mukabili bulunan; gam, gussa, kasvet, keder, melal, inkisar, ızdırap, hüzün, kahır, yeis, efkar, tasa, dert, mihnet, elem isimlerinin, neredeyse tamamına nazır bir ruh haleti içerisindeydim.

Teklifsizce oturduğu koltuktan başladı konuşmaya. Dilimi döndüresi bir gayret kırıntısının dahi irademin derinliklerinde yer tutmayışına şahid olduğumda; "Yeter söylediğin. Vakit dinleme vakti, demekki. An gelir, dinlediklerini duyacağın bir lütfa nail olursun. Lakin dinle" dedim kendi kendime.

Eşyanın cazibesinden, ruhun ve kalbin cezbesine teslim olmuş meczub misafirim, durup dururken ne dese iyi ? Kapıya doğru bakarak; ''Olmaz böyle" dedi. "Her geleni kabul ediyorsun. Bir apartmana yabancı birisi girse, dairenin kapısını açıp bekler misin? Yoksa kapının dürbününden bakıp, acaba gelen kimdir, ne maksat ile binaya girmiştir, diye bakarmısın?''

Muhakkak bir yerlerde muhabbetini duyduğu sözlerin tekrarını, şuursuz bir şekilde bana yaptığını düşünerek, bu meczup kılıklı adama baktım. Aklının sıhhatini ölçme maksadıyla mıdır bilmem;

"İşyerinin kapısı daima açık olur tabiki" deyiverdim. Düştüğüm, muhatabını hafife alma gafletinden, sözün ayıltıcı ve şok edici darbesi ile uyandım. "Ben sana bu kapıdan bahsetmiyorum ki" dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılınca, kendimi toparlayıp tekrar sordum; "Peki hangi kapıdan bahsediyorsun?

"Aklının ve düşüncenin kapısından" demesin mi! Giymiş olduğu eski püskü elbiselerin altında saklanan muzdarib bedenininde, altın kıymetinde bir şuuru muhafaza ettiğine kani olunca, artan şaşkınlığım ile beraber yorgunluğumda geçivermişti.

İbrahim Hakkı Hz.lerinin;

Harabat ehlini hor görme zakir,

Defineye malik viraneler var...

Kelamı kibarının şerhini yaşayarak anlamanın lezzetini, gönül dimağımda tadarken, farklı bir bakışın daha olduğuna, bir kez daha emin olmanın verdiği güven ile yukarıda ismini saydığım, düşüncesizce evime buyur ettiğim ızdırap ve avanesini, kapı dışarı ettim. Bir de baktım ki dışarıda, üzüntü, sıkıntı, kaygı, enduh, küduret bekleşmekteler.

Bu sefer daha şuurlu ve temkinli bir tavır ile; "Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz. Misafirlik için geldiyseniz buyrun. Lakin kendinizi ev sahibi zannetmeyiniz" deyip dilime dolanan ilahiyi başladım söylemeye;

Misafirsin felek bağında bendin salma efkare

Düşersin bir belaya sabır kıl Mevla verir çare

Felekde hasılı insan isen bir canı incitme

Günahkar olma Fahr-i Alem-i zi-şanı incitme