Top yolu, bin bir çiçeğin bezediği yaylanın tam ortasından geçiyordu. Rivayete göre; Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu bölgesini birbirinden ayıran sınır çizgisi görevi yapan bu yoldan Fatih Sultan Mehmet toplarını arabalarla savaş alanına götürürmüş. Yolun kuzeyinde, Doğu Karadenizli Hemşinler; güneyinde ise Doğu Anadolulu Erdenekliler yaylaya çıkar, kışlık yağ, peynir ihtiyaçlarını yaparlardı. Hemşinlerin yaylası Çavuşoğlu Çiftliğinin otlağı azdı, sürülerine yetmezdi. Hemşinli çobanlar, sürülerini kaçak yollarla Erdenek otlağına geçirir, sürülerinin bakımlarını yaparlardı. Bu haksızlıktı, hırsızlıktı.

Rafet esmer uzun boylu deli dolu özü sözü bir kişiydi. Haksızlıkların karşısında dağ gibi durur, dünyayı tek başına değiştireceğine inanırdı. Rafet evlenmiş, iki oğlu olmuştu, bir çocuğuna da eşi hamileydi. Rafet, eşiyle birbirlerini severek evlenmişti. Eşi Söylenur esmer uzun boylu, kalem kaş, siyah saçlı yeşil gözlüydü, yüzünde güneş yanığından kaynaklı küçük lekecikler vardı, bu Söylenur'u daha bir sevimli yapıyordu.

Muhtar Süleyman Bekçi Neşeti görevlendirmişti, yayla sınırlarını kontrol etsin diye. Neşet sabah seher vakti erken kalkar, kır atına bindiği gibi yayla sınırlarını kontrol etmeye giderdi. Neşet, kaçak sürülerin, Erdenek otlaklarına geçmesine izin vermezdi. Neşet yine bir gün bekçilik görevini yapmak isterken, Hemşinler Neşet'i tanınmayacak kadar dövdüler, elini kolunu bağlayarak kır atın eğerine hurç gibi atarak Erdenek'e gönderdiler. Neşet kan revan içinde kalmış, yüzü gözü şişmiş, morarmıştı. Neşet atın sırtında Muhtarın kapısına kadar geldi. Neşet'in durumunu gören kadınlar, kızlar çocuklar, bağırıp çağırmaya ortalığı velveleye vermeye başladılar. Muhtar Süleyman'ın nökerleri el birliğiyle Neşet'i içeri aldılar. Neşet konuşamıyordu, Kadın Anaya haber saldılar. Kadın Ana, bitki özünden yaptığı merhemi Neşet'in yaralarına sürdü, kendi eliyle bir hafta boyunca bakımını yaptı. Neşet bir hafta sonra gözlerini açabildi. Kim sana bunu yaptı dediklerinde, 'Hemşinler' diye cevap verdi.

Neşet'in durumu amcasının oğlu Rafet'in içine oturmuştu. Öcünü almak istiyordu, kuşandı altılı tabancasını, bindi kıratına, sürdü dörtnala Çavuşoğlu Çiftliğine. Atından inmeden bir gök gibi gürledi Çavuşoğlu Ağasına. 'Ağa ağa çık dışarı ver köpeklerini bana, hesabını alayım kardeşim Neşet'in.'

'Oğul, oğul hangi güçle, hangi yürekle benim kapıma kadar gelirsin? Var git işine, olan olmuş, ben de istemezdim, Neşet'in başına gelenleri.'

Rafet, ısrarla, inatla, sürdü kıratını Çavuşoğlu Ağası Lütfü' nün üzerine. Lütfü'nün nökerleri, kızardı, bozardı, bağırdı Rafet'e. Rafet'in gözünü kan bürümüş, bağırmaları, konuşmaları duymuyordu. Atını Lütfü'nün üzerine sürmeye devam etti. Nökerler çapraz ateşe aldılar, Rafet kıratın üzerinden bir çuval gibi düştü yere.

Erdenek'e bir ses geldi, ta uzaklardan, gök gürültüsü gibi, kulakları sağır etti, yürekler sızım sızım sızladı, yaşlar yüreklere aktı ılgı ılgın.

Rafet'in genç hanımı sahipsiz, kimsesiz, çocukları öksüz kaldı. Söylenur, Rafet'in ölümüne dayanamadı, erken doğum yaptı, bir kız çocuğu dünyaya getirdi. İlk zamanlar Rafet'in ölümünü köy halkı kabullenemedi, ailesini, Erdenek'e bırakılan kutsal emanet olarak kabul edip sahip çıktılar. Günler ayları, aylar yılları kovaladı, Rafet'in ölümü hafızalardan silindi. Acıların unutulması yetmezmiş gibi, bırakılan emanetlerin kutsallığı da unutuldu. Söylenur, evine aş getirmek, geçimini başkasına muhtaç olmadan sağlamak için değişik işlerde çalışmaya başladı. Söylenur'un çalışma isteği beraberinde dedikoduların çıkmasını da sağladı. Bu dedikoduların ucu bucağı kalmadı, alıp başını gitti. Söylenur hakkında çıkan dedikodular yetmezmiş gibi kızı hakkında da dedikodular çıkmaya başladı. Bunlar çok can sıkıcı şeylerdi ama 'İnsanların ağzı çuval değildi ki bağlayasınız.' Söylenur tek başına mücadele etmede yetersiz kaldı, çocuklarını korumak, aydınlık geleceklerini sağlamak için özlemlerini hiçe sayarak, yüreğine taş bastı, çocuklarını Çocuk Esirgeme Kurumuna verdi. Çocukları kurtulmuştu ama kendisi onların özlemleriyle yanıp tutuşuyordu. Düşmüştü, 'Düşenin dostu olmadığını, düştüğünde anlamıştı.'