Yaşlarımız ilerliyor. Daha dün "on"lu yaşlardayken, şimdi "kırk"lı yaşlardayız. Abilerimiz için "elli"li yaşlar başladı bile.

Taha Kaygusuz kardeşime Allah rahmet eylesin. Bizim üniversite dönemi ve sonrasında Ankara'daki avukatlık sürecimiz nedeniyle sadece simaen tanıdığım bir kardeşimdi. Ama Ahmet abinin köşe yazısında dediği gibi "bir sabah namazı sonrası telefondaki mesajlardan öğrendim" vefat haberini. Bir ay önce de hastanede olduğunu öğrenmiş, dualar etmiştik.

Kendisi ile bir gezi, bir kamp, bir sohbet ve muhabbete dair hafızamda hiç bir şeyin yer almamasına rağmen nedendir bilmiyorum bu denli beni üzen ve hüzünlendiren şey. Bu süreçte başka ölüm haberleri almamıza rağmen, onlardan farklı olan nedir?

Sanırım, babası ile ilk sohbetlerle karşılaşmamızdaki tanışıklığımızdan, hac dönüşü Haydar abi ile ziyaretimizden, Taha'nın simasına dost ve sohbet meclislerinden aşinalığımız olmuştur. Taha'nın vefatı da Erdin kardeşim gibi "dostun bam teline" dokundu sanırım.

Farkına varmadan dost biriktiriyoruz hayatlarımızda. Mal ya da para biriktirmedeki psikolojimize benzer ama ondan farklı olarak dost biriktiriyoruz. Ziyaretine gitmesek de, iki kelam etmesek de, arayıp hatırını sormasak da dost biriktiriyoruz. Çimen camiindeki geleneksel bir bayramlaşmada kısaca görüşüp selamlaşmak bile kafidir bazen. Onun orada bulunmuş olduğunu bilmek bile gönül bağının kurulmasına yeterli oluyor.

Ama işte, "bir ölüm haberi" dost sermayesinden bir eksilme demek. O, artık orda değil demek. "Ağızların tadını bozan ölümü sıkça anın" hadisinde belirtildiği gibi ağızlarımızın tadını bozuyor ölüm.

Suriyelilerin mahallelerine gidip onların içinde dolaşıp, evlerine misafir olduğunuzda sanki ölümler onları hiç etkilememiş gibi geliyor insana. "Ne de metanetli insanlar!" diyorsunuz. Oysa öyle değil. Sermaye bir defa tarumar olmaya başlayınca birine beşine bakamıyor insanlar.

Kur'an-ı Kerim'de mal biriktiren insanların bir özelliğinden bahsediliyor; "saymak". Mal biriktiren insanın malı saymak gibi bir hevesi, zevki var. Sayılmayan mal, hissedilmiyor demek ki.

Ya dostlar? Görülmeyen dostlar da bir müddet sonra hissedilmez mi. Her dostluk değil. Bazı dostlarla on sene sonra karşılaştığınızda bile, on sene önceki yerden başlayabiliyorsunuz. Sanki hiç on sene geçmemiş gibi.

Dostlarımı özlediğimi fark ettim bir kez daha bu vefat haberi ile. Bir bayram günü, öğlen namazı sonrası caminin ortasında, halılar üzerinde bağdaş kurup, halka olmuş bir topluluk olarak ya da bir sabah namazı sonrası cami bahçesindeki kahvaltıda veyahut da bir çorbacıda buluşmayı özlediğimi fark ettim.

Evet, farkındayım, hepimiz farklı farklı yörüngelere sahibiz hayatlarımızda. Dönüp durduğumuz yörüngelerimiz kesişmeyecek biz bir gayret göstermezsek. Ama zaten dostlukta o değil midir? Yörüngeleri kesiştirmek için gayret göstermek.

Yaşlanıyoruz. Allah ömür verirse daha da yaşlanacağız. Çocuklar evlenip yuvadan uçacak. Yaşıyorsa hanım ile başbaşa kaldığımızda, hanımların her yere sığıp, bizim ise evlere sığmadığımızı fark edeceğiz. İşte o zaman "biriktirilmiş dostluklar heybesine" daha çok bakacağız. Lakin evlere sığmadığımız için değil, Allah için birbirini seven dostluklar biriktirmeliyiz.

Ensar Talha/Ankara