Yaş Otuz Beş şiirinin hakikatini on yıldır yaşıyordu meşgul adam. Gençlere takılıp onlara gönül eğlendiriyor zaman zaman. Yıllardır yaptığı gibi yine taktı gençleri koluna ve bastı gaza. Gençliğini inşa ettiği yol inmez deniz kenarlarına o muhteşem koylara gidecekti.
Yanında sevgili öğrencileri de vardı. Memleketin değişik üniversitelerinin tıp fakültesinde okuyan gençler. Okuyacak ve insanlara faydalı olacaklardı. Zira yaşını almış adam denizi kıble eyleyip kıldıkları namazdan sonra teberrüken de olsa birkaç kelam ederken sözü buraya taşımıştı.
"Sizler ne kadar güzel insanlarsınız. Mesleğiniz de güzel. İbadetlerinizi de yapıyorsunuz. Tabiatın içine düştüğünüz demlerde yapacağınız iki güzel işten biri Allah'ın kitabi ayetlerden hatırladıklarınız ile kevni ayetleri okumanızdır. Kevni ayetler dediğimiz tabiatın kendisidir. Allah Kur'an'da denizden bahsediyor değil mi? Ağaçların gölgesinden de bahsediyordur. Şu yamaçlara bakarsanız taş ve kayaların arasından otların, ağaçların bittiğini göreceksiniz ki bu da satırlar arasındaki yerini almıştır.
Ancak kitaptan ayetleri bilmeyenler, içinde bulunduğunuz bu cennet misali mekanda sadece gördükleri denizi, çam ağaçlarını, dağı taşı görecek ve orada bitecek her şey. Derinliğin olmadığı yerde ve hissiyat da olmayacaktır."
Hafta içi ikindiden sonra geliyorlardı birkaç yıldır. Bu da bikinili bayanlardan sakındıkları içindi. Artık kimse kimseden utanmıyor, kimseden çekiniyor "ne olacak canım" diyecek genişlik yoktu iman dolu göğüslerinde. Sakınmak ve utanmaktan hoşlanıyorlardı. Gözlerine sahip çıkabildikleri kadar çıkıyorlar kalplerine de hakim olmak istiyorlardı.
Lakin gelirken delikanlı gençlerden biri Necip Fazıl'ın "Burnunu göstermekten utanırdı sütninem / Kız kardeşimin gösterdiği kefen bezine mahrem" dizisini okuyunca yorumlar uçuştu. Yaşmakları içinde sayaların (siyah örtüler) içinde yaşayan insanlar gitmişti.
Nasıl, ne şekilde gerçekleşti büyük değişim? Bunları da dillendirdi adam bir bir.
"Sizler tıp fakültelerinde okuyorsunuz, ne güzel. Ancak tek düşünceniz sınıfları geçeyim, diplomayı alıp göreve başlayayım olmamalıdır. Onlar nasıl olsa olacaklardır, Siz nasıl olurda bu insanları bilinç aşılayabiliriz diye düşünmelisiniz zira sizin önüne gelecek hastalar sizin ağzınızın içine bakacaklar. Elleriniz ayrı şifa dağıtsın, dillerinizi ayrı şifa dağıtsın inşallah."
Gecenin ilerleyen saatlerinde denizin ve dolunayın hali bambaşka oldu. Çarşaf gibi yayılmış denizin üzerinde kandil misali parıldayan dolunay ruh dünyasının ikliminde bambaşka hisleri coşturuyordu. Gümüş bir kemer gibiydi suya yansıyan ayın ışıkları. Karşı sahilde parıldayan bir altın görüntüsü veren şehirler insanı ekiyordu kendisine doğru.
Kozların üzerindeki çaydanlıkta demini almış bir bardak çay, çıtlatılan çekirdek seslerinin orkestrası, tatlı ve ince espriler, ateşin dansını izlerken gözlerin kısıklığını... Belki cennete teşbih edilse uygun düşecek nadir bir akşam...
Kırkını geride bırakalı beş yıl olsa da gençlerle birlikte yol almaktan yorgun düşse de memnun gönüller ordusunun bir neferi olmakta haz almıştı adam. Dolunayın parlaklığında, dalgalarında hafif seslerine eşlik eden duaları sadece duaların sahibine havale etmiş sabah ezanını bekliyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte balıkçı motorlarının sükunetin kalbine sapladıkları gürültü ile martı çığlıkları birbirine karışıyordu. İnsanların kalabalığına kalmadan geri dönüyorlardı yorgun bedenleriyle...