"Ruhuna el Fatiha!"

Dediğinde sınıfın uzak köşesindeki delikanlı başını kaldırdı. Din dersinden öğrendiğine göre böyle durumlarda "Fatiha" okumak zorunluydu. Arkadaşlarının çoğu besmele çekiyor, on beş yirmi saniye içinde ellerini yüzlerine sürüyorlardı.

Meraklı biri: "Hocam, kimin ruhuna Fatiha okuyoruz?" diye sorunca "Türk edebiyatının en büyük şairlerinden Sezai Karakoç için. Çünkü 16 Kasım'da rahmetli oldu." cevabını aldı.

"Aaaaa... O ölmedi miydi?" diyen şaşkınlık sözü sınıfın ortasında patlayıverdi. Edebiyat öğretmeni: "Size daha önce de anlatmıştım, işte hep böyle oluyor. Kitaplarda ismini gördüğümüz yazarların, şairlerin öldüğünü sanıyoruz. Şair Haydar Ergülen'i Bursa kitap fuarında görünce tokalaşıp "Siz yaşıyor musunuz" diye sormuştum. O da: "Elimi tutuyor, benimle konuşuyorsunuz ya, yaşıyor olmalıyım." demişti. İşte o zaman sizin bu psikolojinizi aktarmıştım. "Bizim öğrenciler ders kitaplarında ismini gördüğü her yazarın ölü olduğunu sanıyorlar dediğimde gülüşmüştük. Bu da bizi sanatçı ölünce kıymeti bilinir, anlayışına götürür.

"Sezai Karakoç ve İsmet Özel, Türk edebiyatının en önemli iki şairidir diye açıklama yapan yazar Yusuf Kaplan, onların yeterince tanınmadığından şikayet etmişti." Bu cümleden sonra edebiyatçı yeni bir kapı aralamış, gideceği yolun izini çizmişti... Bu dersi Sezai Karakoç'un dar-ı bekaya göçmesinin ardından ona itaf etmişti.

Böyle zaman diliminde yapılanın bir vefa olduğunu söyledi. Belli ki genç nesillere Diriliş Amentüsünü ezberleten şairden bahsetmeden geçerse yüreğinde bir ağırlık hissedecekti edebiyatçı.

Masanın üstüne bırakmış olduğu parmak kalınlığındaki kitapları göstererek tek tek isimlerini saydı. İnsanlığın Diriliş'i İslam'ın Diriliş'i Diriliş Neslinin Amentüsü, Kıyamet Aşısı vb.

Müslüman gençlerin fikir dünyasına derin izler bırakan, onların ufkunu açan, büyük düşünür, edebiyatımızın görkemli semasından kayıp gitmişti. 60 yılı aşkın zamandır edebiyat aleminde kalem oynatan ve birçok neslin yetişmesine öncülük eden bu şair, sessiz sedasız yaşamayı başarmıştı. Büyük dertlerin adamı, büyük düşüncelerin insanıydı o. Bu sebeple sükutu da muhteşemdi. Ancak bilmek isteyenlerin, yolundan gitmek isteyenlerin, keşfedebileceği bir cevherdi.

Son sınıf öğrencileri, bu sözlerden sonra sıkılmadan hatta biraz da merakla dünyayı sürgün yeri bilip yaşamış ve sılasına dönmüş bu muhteşem mütevazi insanı merak ediyorlardı.

Sezai Karakoç'un edebiyatımıza kazandırdığı eserlerini ve dilden dile akıp giden şiirlerini bilmek gerekiyordu. Daha önceden haber verilmiş olduğu hissedilen iki öğrenci Sezai karakoç'un şiirlerini seslendirdi.

Ey sevgili, en sevgili,

Uzatma dünya sürgünümü benim... Sözleriyle gönüllerde taht kurdu. Sonra edebiyatçı bir fon müziği eşliğinde masal şirini okumaya başladı.

Doğuda bir baba vardı.

Batı gelmeden önce

Onun oğulları batıya vardı...

Birinci oğul, ikinci oğul... Derken üçüncü oğul ardından dördüncü, sonra beşinci ve altıncı oğul da ... Altıncı oğul da Batı kapılarında yok olup gitmişlerdi. Baba, üzüntüden ölmüştü ve Yedinci oğul, doğunun kültürünü kuşanmış olarak batının en büyük kentinin, en büyük meydanında bir çukur kazıp gibi girmişti. Etrafındaki kalabalık batılılara: "Sizin en büyük gücümüz var, karşınızdakini değiştirmek" diye yüzlerine haykırmış. Değişmemek için orada günlerce durup kalmış, sonra bir sütuna dönüşmüş göğe uzanmış.

Aslında doğunun yedinci çocuğu olarak tarif ettiği ve durduğu yer Üstad'ın durduğu yerdir. Belki de bundan sonra mezarından o ilhamlar alınacaktı. Tanzimat'tan bu yana evlatlarını batıya kaptıran, doğunun kültürüne ve değerlerine bağlı ve değişmeyen kişi Sezai Karakoç'tu.

Arka sıralarda oturan delikanlı etraftaki arkadaşların dikkatlice dinlemiş olduğunu fark edince kendi gafletinden utandı