Şerefsiz dizi karakteri... İki gönlü ayırmak için elinden geldiğini, parasının yettiğini, aklının kestiğini yani anlayacağınız her türlü pisliği yapıyor. Yüzü başka, kalbi başka çalışan, sevimsiz, hain, nefsinin kölesi, arzularının esiri, tutkularının bağımlısı, garip bir tip. Bu kadar olumsuz vasıfları aşka bağlamıyor mu? Deli edecek milleti. Bu isyan temiz ruhun isyanı herhalde ...

Kim izin veriyor bunun böyle davranmasına? Sayın senaryo yazarı mı? Nereden buluyor böyle bir karakteri. Sonunda acaba ne olacak kaygısı, ilgi ve merak seviyesini hiç aşağı düşürmez neredeyse.

Sinirler gergin, masadaki çaylar hışımla yudumlasa, çerezler sert hareketlerle ağız boşluğuna gönderiler, kızgın kızgın çiğnense de senaryodaki olayın doğallığı seyirciyi daha da sıkıntıya sokuyor. Her bölümün fragmanını izlerken "şimmdi oldu, toparlayacaklar, iki gönül bir olacak, dağılan sevgililer muhabbetle bir araya gelecek" diye beklerken keskin zekalı para manyağı dizi karakteri şeytanın yardımıyla işini yola koyuyor.

Dizi film karakteri, acaba senaryo yazarının kağıda döktüklerinin dışına çıkıp başka türlü davranabilir ve şunu diyebilir mi? "Sayın yazar bu kadar da ağır olur mu? Ben bunu ne oynayabilirim ne buna karakterim müsait ne de izleyicinin gönlü bunu kaldırır hatta kendimi toplum arasında kötü hissederim, diye bir itirazda bulunabilir mi?

Kendisine demezler mi? "Senin itiraz etmeye hakkın yok, işin rejonu böyle... Sana senaryoyu gönderdik okudun ve kabul ettin ve sözleşmeyi de imzalandın, paranı da alacaksın... Ne mızmızlanıp duruyorsun!" diye karşılık verseler ne der acaba dizi karakteri. Kimsenin hak vermeyeceği son bir çıkışla, "ama okumak başka yaşamak/oynamak daha başka" diye bir itiraz kabul görür mü?

Ya biz seyirciler... Her hafta izlediğimiz bu dizilerin zihnimizde yaptığı tahribatının ölçülebilir bir tarafı var mı? Sanal bir alemde kurgu dünyasının imkanları kullanılarak şekillenmiş bu senaryodan esen fikirler ya da görüntüler içimizdeki hisleri nasıl da hareketlendiryor. Sanki yan komşumuzun başına gelmiş de biri bize arttırıyor gibi. İzlediğimiz bu görüntüler içimizde bir his oluşturmuyor mu? Sanal dünyanın kurgularının algı dünyamıza dokunduğu noktaları yok sayabilir miyiz?

Şimdi düşümeyeyim diyorum olmuyor. Ağzına geleni söylemek aklına geleni söylemekle aynı şey midir onu da kestiremiyorum.

Dizi karakterleri; "Aslında ben böyle biri değilim. Rol gereği yapıyorum. Aslında bu benim işim yani para kazanıyorum ben bundan. Öyle kestirmeden para için yapıyorum demek kaba kalıyor" dese bizim aklımıza karpuz kabuğu kaçırmış olmaz mı?

Yani kimleeer kimler para için neleeer neler yapmıyor ki. Aslında herkes iyidir, hayırlı insandır. Lakin "şu iş yüzünden insanlığımızı unuttuk" diyenler de hayli yekün tutar öyle değil mi?

Düşünmeye devam edelim. Napayım bu da benim aklımın huyu...

Aktris ve senaryo yazarı arasındaki ilişki üzerine kafa yorarken kul ile Kur'an bağlantısını kurmak zor olmuyor. Ruhları yaratan Berzah aleminde "Ben sizin Rabbimiz/terbiye ediciniz değil miyim?" diye sormadı mı, henüz bedenlerine girmemiş ruhlara. Onlara da dervişin diliyle "Ete kemiğe büründüm/ Yunus diye göründüm" makamına varmadan önce senaryoyu okuttular. O ruhlar yani biz de sözleşmeye imzamızı bastık. "Kalu bela" yazdık.

Dünya sahnesine/setine düştükten sonra dizi karakterinin teslimiyeti/ kabullenişi gibi kabulleneceğiz. Kamera arkasında olanlar bizim aslında nasıl biri olduğumuzu biliyor. Korkmaya gerek yok. Dünya setinde "kendini oynayan" bir karakter olarak hakikatimizi arıyor muyuz? Bunu herkes kendine/ özüne sorsun.

Üç beş kuruş kazanmak için aslının/özünün dışına çıkarak bize rol yapan artistlerin aksine cennet karşılığında bize biçilen kulluk rolünü niçin doğru dürüst oynamıyoruz.

Kıllık yapmadan kulluk yapmak varken neden yamuluyoruz? Fazla naz yönetmeni de usandırır. Teknik elemanlara havale eder ve "git muhasebeye kessinler hesabını" deyiverir.

Sonra kalırsın işsiz. Şimdi ne iş yapacaksın? İşte yeni rolün: İşsiz bir insanı oynamak. Şimdi daha iyi hissediyorsun gerçekte rızık verenin, Rezzak olanın sadece Allah olduğunu...