Gökyüzünün yeryüzüyle birleştiği ufkun yakın noktasına kurulmuştu Tibet Köyü. Uzaklardan bakıldığında irili ufaklı silik kaya parçası gibiydi toprak evler,sanki toprak damlar birleşmişti gökyüzüyle. Yuvasız kuşların ağaç dallarına sığındığı gibi evler de dağın eteğinin içine sıra sırasığınmıştı. İlk bakışta evleri aydınlatacak pencereler yokmuş gibi zannedilirdi.

Pencerelerin varlığı içeriye girmeden anlaşılmıyordu, evin herhangi bir bölümüne girildiğinde toprak damın üzerinde arı kovanı büyüklüğünde pencerelerin olduğu görünürdü. Köyün büyük bir bölümü dağlık, bir kısmı ormanlıktı, çok az kısmında ise tarım alanları vardı. Her köyde olduğu gibi buranın sakinleri degeçimlerini karın tokluğuna sağlarlardı, ahalinin ana geçim kaynağı hayvancılıktı.

Fazim Tibet köyünde bakkalcılık yapan Resul'ün dokuz çocuğunun beşincisi, beş oğlunun üçüncüsüydü. Resul, köyde diğer insanlara göre daha iyi bir yaşam içinde gibi görünüyordu ama o da zor geçiniyordu. Bakkalın dışında gelir getirecek başka meşguliyeti yoktu ancak geçimini sağlamak için iki büyük oğlunu ormanda, Fazim'i ise köyün çoban işinde görevlendirmişti.

Fazim henüz 11 yaşındaydı, tıknaz, esmer, seyrek saçlıydı. Fiziksel bir rahatsızlığından kaynaklı, alt çenesi üst çenesinden biraz daha öndeydi,ağzını kapattığı zaman alt çenesi üst çenesinin üzerine denk gelmezdi. Dişleri küçük kıl testeresinin ağzı gibi tırtıklıydı, sonradan çıkardığı dişleri önceki dişlerinin altından sürgün vermiş gibi üst üste bitişik çıkmıştı.

Bu haliyle dişlerini her ne kadar temizlemek istese de tam anlamıyla temizleyemiyordu. İyi temizlenemeyen dişleri yoğun bir şekilde tartarla kaplanmıştı, tartarlar dişlerini çürükmüşgibi gösteriyordu.

Fazim'in dişlerinin çürüklüğü kötü bir görüntü veriyordu bu yetmezmiş gibi ağzı da kokuyordu. Bir şeyleri yemek için ısırdığında dişleri kanardı. Çok okumak istemesine rağmen bu özelliklerinden olacak ki okula gitmek istemiyor kimseyle de arkadaşlık yapmıyordu.

Bir gün Fazim babasına okumak istediğini, bir an evvel dişlerinin tedavi ettirilmesini söyledi. Resul, oğlum zaten zar zor yaşıyoruz, diş tedavisi nereden çıktı ama yine de senin isteğini yerine getireceğim. Sürüyü sağ salim sonbahara çıkarman halinde hem dişlerini tedavi ettireceğim hem de seni okula göndereceğim. Resul biliyordufire vermeden sürünün sonbahara çıkamayacağını, onun için mal mülk sahibi olmak daha önemliydi, eğitim ve sağlık daha sonra geliyordu.

Fazim çobanlık hakkıyla dişlerini tedavi ettirecek olmasından sürüye gözü gibi bakmaya başlamıştı. Sabah erken kalktı, kuzuları sürdü köyün yaylasına, onları sevdi, bazılarınıelleriyle besledi, birlikte oynadılar oynaştılar. Binbir çeşit çiçeğin mis kokulu ortamında mutluluktan içi içine sığmaz olmuştu, mutluluğuna kimse gölge düşürmesin diye de içinden yaratanına dua ediyordu.

Öğleden sonra kara kara bulutlar gökyüzünden yeryüzüne göç etmek ister gibi yaylanın üzerine çöktü, insan gözünün kestirebildiği uzaklıkta ki her taraf kapkaranlık oldu. Hava soğudu, şimşekler çakmaya başladı eve dönüş zamanı henüz gelmemişti ama havanın hiddeti Fazim'i ürkütmüştü. Sürüye ıslığıyla yön verdi eve doğru. Nazar Boncuğu adını verdiği kuzusu Fazim'in isteğini anlamış gibi geçti sürünün başına eve doğru yol almaya başladı. Yine başladı şimşekler çakmaya, yıldırımlar atmaya.

Her şimşek çakışında Fazim'in kalbi duracak gibi oluyordu, korkuyordu ama korkusu işe yaramıyordu, bir an evvel evine dönmesi gerekiyordu. Bir ıslık daha çaldı, acele edilsin eve çabucak gidilsin diye.Nazar Boncuğu yine anladı Fazim'in ne demek istediğini koşar adımlarla yön verdi eve doğru sürüye.