Yirmi yıl kadar önceydi; bir sohbet ortamında ateist olduğu hepimizce bilinen bir hâkim arkadaşımız, şöyle demişti: ?Ben, herhangi bir dine inanan yargıcın adaletli karar veremeyeceğini düşünüyorum. Karşısına gelen suçluya mutlaka önyargılı davranacaktır.? Bu bakış açısına şaşırmış, anında tepki göstermiştim. ?Allaha inanan veya herhangi bir dine mensup olan bir yargıcın taraf tutacağını iddia ediyor, bu nedenle ateist olmakla kendini daha adaletli görüyorsun ya, ben de aynı endişeyi senin için taşıyorum. Zira bu bakış açısına sahip halinle karşına gelen suçlu bir ateist için, sen de taraflı davranacaksın. Halbuki, Allahın ve ahiretin varlığına inanan bir kimse, dünyalık hedefler ve çıkarlar uğruna asla adaletsiz olamaz.? demiştim?

Kanunlar, toplumun gelenek, örf, ahlak ve etik kurallarını dayanak alarak hazırlanır. Her toplumun kendi kültür ve değerlerine göre yorumlanarak şekillenir. Tüm bu kültürel değerlerin temelinde ise, bir manevi havuz vardır. İşte, sosyal hayatı şekillendirip disipline eden bu kurallar manzumesi, sonunda dini bir yaklaşıma, ilahi bir bakış açısına ihtiyaç duymaktadır. Ahlaki ve kültürel değerlerle bağdaşmayan - yani dini bir mesnedi olmayan- laik, hatta dinsiz bir yasa, anayasa veya bir hukuk kuralı ihdas etme çabası, beyhude bir çalışma olacaktır. Çünkü temelinde vicdani bir muhasebe, toplumsal bir sentez barındırmayan bir düşünce ya da kural hususunda, insanları ikna etmek mümkün olmayacaktır?

Hele bizim ki gibi dini değerlerine bağlı, köklü bir adaletli tarihi ve sosyal yapısı olan memleketlerde; dini, hukukun, eğitimin, velhasıl kamusal alanın dışında tutmak mümkün değil, aksine tehli bir yaklaşımdır?

Nitekim , ülkemizde batı tarzı hukuk sisteminin yerleştirilebilmesi için, yıllarca aile yapımızı toplumsal değer ve yargılarımızı temelden sarsacak projeler hayata geçirilmiş; peyder pey uygulamaya konulmuştur.

Televizyon dizileri, haber programları, sinema filmleri, görsel ve yazılı basın, bu işe önayak veya alet olmuştur senelerce.

Her alanda (gizli ? aşikâr) yoğun kampanyalarla ciddi dejenerasyonlar oluşturulmuş; önce kabul çizgimiz hizaya getirilmiş, akabinde batılı anlamda hukuki düzenlemeler gelmiştir?

Hal böyle olunca, dini dayanağı olmasa da bir kanunun, dini bakış açısı sulandırılarak sunulduğundan, hilafsız kabul görmüştür kamu nezdinde?

Biz öğretmenler, bu yozlaşma sürecini bizzat yaşayarak ve müdahil olarak gözlemlemekteyiz.

Öğrencilik ve gençlik çağlarımızda, bir vesileyle memuriyetimizin ilk yıllarında şahit olduğumuz ve toplumsal kabul çizgimizin dışında bulunan tutum ve davranışlar (kanun ve yönetmeliklerce de desteklenmesine rağmen), toleransımıza muhatap olup zamanla kanıksanmıştır.

Örneğin kılık kıyafet yönetmeliği, en son haliyle 1982 de güncellenerek, memurlar ve öğrenciler için uyulması şart ve kaydıyla yayınlanmıştır. Kız öğrenciler ve bayan memurlar için, ?etek boyu, diz kapağını örtecek şekilde olmalıdır? ifadesi açıkça zikredilmiştir. Oysa yönetmeliğin kanuni dayanağı ve (uyulmaması halinde) cezai müeyyidesi de belirtilmesine rağmen, ülke genelinde uygulama birliği yoktur. Fiiliyatta durum, yönetici ve öğretmenlerin inisiyatifine bırakılmış gözükmektedir. Okul ve öğrenci içerikli televizyon dizilerinde gösterilen öğrenci ve öğretmen profili, günlük hayata ayniyle yansımış durumdadır.

Bununla birlikte televizyonlarda uluorta ifşa edilen edep dışı haller, yadırganmaz olmuştur. Kısacası durum günbegün kötüye gitmektedir.

Kılık - kıyafet ve davranışlardaki yozlaşmanın tadilatını; ahlaki, ananevi, kültürel, dini değerleri öne çıkartmadan hangi mantıklı yaklaşımla tesis edebilirsiniz?...

?Hayâ imandandır? hadis-i şerifi bu hususta en muteber yol göstericidir. Ayrıca; ar, edep, hayâ, namus, Anadolu kültürünün temelidir. Anadolu?da; anne kız çocuğuna, nasıl oturup kalkması gerektiğini, karşı cinsle münasebetlerinin düzeyini, giyim kuşamındaki dikkat ve hassasiyetlerini, bazen şefkatli, bazen otoriter diliyle anlatmakta; baba erkek evladına, aile kavramının kutsiyetini yaşatarak göstermekte; toplum ise bu husustaki istismarı asla affetmemektedir. Kanuni müeyyideler de dini ve kültürel değerlerle ilişkilendirilmediğinden, kamu vicdanı tatminkâr olmamakta; sonunda devreye ?töre? girmektedir?

Madem ki bütün dinler, iyiyi, güzeli, ahlakı, edep ve terbiyeyi emrediyor; madem ki bütün dinler, sağlam karakterli, hissiyatlı, merhametli, temiz ve düzenli insan istiyor ve madem ki, Milli Eğitimin temel amaçları arasında (özellikle) ?iyi insan yetiştirmek? var; katılıyor ve destekliyorum ki, dindar nesil yetiştirmek zorundayız.

Akademik kaygılarımızın peşine düştüğümüzden beri, bizi dünya halklarından farklı kılan meziyetlerimizden uzaklaşır olduk. Dünya, eğitimde Anadolu ekolünü araştırıp uygulamaya koyarken, bizim hala batının çürümüş sistem ve yöntemlerini denemekle meşgul olmamız ne kadar üzücü?

Eğitimde ve sosyal hayatta, yeniden Anadolu kültürünü merkeze alıp, önyargısız ve önşartsız bir kabulle yeniden yapılanmamız gerekiyor.

Zira, dindar olmayan neslin, kindar olması kaçınılmazdır.