Çok hızlı bir yazı yazması gerekiyordu. Zira vakti dar ve yapılacak bir çok işi vardı. Okuyucu karşısında saçı başı dağınık olarak çıkmak, onlara karşı yapılmış bir edepsizlik sayardı. Ancak alelacele hazırlanıp gömleğin düğmelerini iliklemeye çalışırken ayakkabısını giymek için yerde sürükleyen biri gibi görüntü de vermek hoş olmayacaktı.

"Yola çıkan yol alır, yoldan çıkan sapıtır. Yolda olmak için yolcu olmak gerek. Yolcuya, varılacak bir de menzil olmalı. Serseri gibi boş ve amaçsız bir yolculuğun kime ne faydası olabilir?" diye düşündü.

Canı sıkılan insanların, canını sıkan sebebi bulamadıkları bir zamanda o, sebebi ararken can sıkıntısının kaybolup gittiğini fark etti. Sebep arayanların yanı başında yazacak konu arayan biri olarak bekliyordu. Beklemekle olur muydu ki? Bir şeyler yapmak lazımdı ve kendi kendine iş bulan biri olarak ellerinin boş durmasında sakınca görmese de beyni devamlı çalışmalıydı.

Bu gün sınıfın birinde anlattığı konu zorluyordu düşünce dünyasını. Oturduğu yerden kalkmadan, öğrencilerin dikkatini toplayacak, vicdanlarına dokunacak cümleler sarf etme imkanı buldu. "Din Kültürü dersinde neler söylesem ki" diye düşünüyordu.

Edebiyat dersi kolaydı ve anlatıp anlatıp geçiyordu. Ancak din dersindeki cümleler ruhuma dokunuyordu. Öğrencilerinin sırada olmalarına rağmen "sıradanlıktan nasıl çıkarabilirim" endişesi yakıyordu içini. İbadetler bölümünü okudular. Ses güzel, okuyuş akıcı lakin dinleme sorunu vardı öğrencilerinde.

Öğrenciler nasıl dinlesinler dini bilgileri? Din ne anlama gelirdi, onların katında. Matematik, fizik, kimya sorularını çözdürmek için hocalarına teneffüs yaptırmayan bir kısım öğrencilerin telaşına benzer bir gayreti din dersi içinde görmek isterdi.

Mescide gitmek için abdest alanlar vardı lavabolarda. Evet, onları görüyordu. Allah kabul etsindi fakat bahsi geçen derslerin anlamak için ortaya konulan zihinsel gayret dini anlamak için sarf edilmiyordu, niçin?

Bu durum canını sıktığından bazı yanlış anlaşılacak sözler sarf etti. Elindekinin kıymetini bilmeyen mirasyediler gibi dinin kıymeti de bilmiyordu. Hıristiyan ya da satanist olmak mı gerekiyor dedim.

İbadet konuşuyoruz ya... namaz kılanların sayısını görmek istedim ancak vaz geçtim. Zira Türkiye Namaz Platformu yetkililerinden yüzde doksan dokuzu Müslüman olan milletin yüzde yirmi beşinin namaz kıldığını öğrenmişti. Sınıftaki oran da bu seviyede olacaktı belli ki.

Sıradan bir ders ile din kültürü aynı olabilir ama dinin kendisi aynı şey değildi. Dinin kültürünü öğretmekle coğrafyayı öğretmek aynıdır. Din ise bunlara benzemez. Din yaşanmak üzere gönderilmiş ve bir kitapla sınırları belirlenmiş, bir peygamber tarafından tebliğ edilmiş huzur kaynağımızdır, diye haykırıyordu sınıfta

Gazetelerden okudukları ve televizyondan seyrettiklerine bakarak Müslümanların ve Müslüman ülkelerin halini gördükçe nerede huzur diyesi geliyordu. İslam olmanın huzur getireceğini zannetmiyordu gençler belki de. Yarın dininden dolayı bir takım zulümlere uğradığı telkin edilirse bazı gençler bilmeden yol değiştirirler.

Yapılması gereken nedir?

Dini bilgisinin bir kültür yığını olmadığını kavratmak. Rahman ile buluşmak, aşık ve maşukun vuslata ermesi gibidir, düzeyinde anlatılmalı belki dersini. Sevgilinin davetine icabet etmeyen aşıklar için tarih kim bilir hangi olumsuz ifadeyi kullanacaktır. En büyük ibadet olan namazla başlayan kendini aşma ve yüceliklere erme çabası onu etkileyecekti. Etkilenmiş insan, yolun, yolcunun ve yolculuğun farkına vardığı gibi menzilin de şuuruna vakıf olacaktı.

Din dersinde anlattıkları ile vazifesini yapmışlık hissi ve ruh serinliği ile koridoru adımlarken sığınma duygusu göğsünde geniş yer bulmuştu.