CİMRİ

Yeryüzü bembeyaza bürünmüş, gökyüzü gri bulutlara esir kalmıştı. Kar yolları kapatmış, köy çeşmesi buzdan fanus olmuştu. Kış boyunca ulaşım kızaklarla yapılırdı. Kızakla ulaşım olmazsa altı ay boyunca yabancı yüze hasret kalınırdı. Recep öğretmen, sekiz çocuklu bir ailenin 3. çocuğuydu. Annesi babası ona daha bir ihtimam gösterirdi. Bütün çocukları, sağlıklı, toraman, rızkını taştan çıkarırdı ancak Recep farklıydı. Recep kısa boyluydu, doğuştan sağ ayağı sol ayağından 1 cm kısaydı. Esmer, çarık kırışıklığında ki teniyle yaşından oldukça büyük görünüyordu, bu haliyle pek sevimli değildi. Bacakları farklı uzunlukta olduğundan yürüyüşü paytak paytaktı. Recep çalışamaz, rızkını kaba kuvvetle çıkaramaz diye düşünürdü, Recep' in babasıyla anası. Recep' in rızkı köy işinde olamaz diye okutmaya karar verdiler. Yürü ya kulum misali Recep'in şansı yaver gitti, Recep okudu, bir köyde öğretmenlik yapmaya başladı. Görev yaptığı köy okulunda öğretmenlik yapan güzel mi güzel Gülistan öğretmenle evlendi.

Gülistan Öğretmen'e bu adamın neyini sevdin, niçin evlendin diye sorulduğunda 'Ben onun saçlarına vuruldum, ben onun saçlarına aşık oldum.' Diye cevap verirdi. Recep ile Gülistan' ın bir kız çocukları oldu. Kızları büyüdü, serpildi, misafirlere hizmet edecek yaşa geldi. Misafirlere ikramda bulunulduğunda sanki canından bir parça koparılıyormuş gibi Recep dirk dirk atardı. 'Kızım dikkat et.' diyerek insanların içinde kızına az ikramda bulunması için ima ederdi. Recep kendince bir yaşam biçimi geliştirmişti. Günlük içtiği sigarası bile sayılıydı. Recep cimriydi. Recep cimriliğini öyle bir boyuta getirmiş ki, müfettişler köye denetime geldiklerinde onlara içmek için verdiği sigara sayısı günlük içeceği sigara sayısı kotasını aştığı zaman, kotayı tamamlayıncaya kadar sigara içmezdi. Köy kahvesinde, eğlencesine oynanan oyunların hiç birine oyuncu olarak katılmaz, hep otlakçı olarak seyircilik yapardı. Recep cebinden para harcamadan günlerini bu minvalde geçirirdi. Onun hastalık düzeyinde cimri olmasından öğretmen arkadaşları da yakınırdı.

Bir gün köye bir satıcı geldi. Çok güzel ama ucuz bir çift mes ve onun üzerine giyilen ayakkabı satıyordu. Recep ayakkabıları ayağına denedi ancak ayakkabılar ayaklarına küçük geldi. Ayakkabıların ucuz oluşu, küçük oluşunu gölgede bıraktı, ayaklarını sıkmasına rağmen satın aldı, okula gitti. Paytak paytak yürüyüşüne bir de zıplar gibi yürüyüşü eklendi. Recep'in ayağında yeni ayakkabılarını gören öğretmenler 'Ooo Recep hayırlı olsun ancak yürüyüşün hiç hoş değil, neyin var?' Diye sorarak hem mutluluklarını hem de tereddütlerini dile getirdiler.

'Teşekkür ederim ancak ayakkabılar ayağımı çok sıkıyor.'

'Yapma Recep, ayakların zaten sıkıntılı, bu küçük ayakkabılar sağlığına zarar vermeye.'

'Valla ne olursa olsun, sıkıntı verse de vermese de o kadar para verdim, bunları giyeceğim.'

Recep ayakkabıların ayağını sıkmasına aldırış etmeden giymeye devam etti.

Bir zaman sonra maaş vakti geldi, şehre inmesi gerekiyordu ama yollar kapalıydı. Şehre inilebilmesi ancak kızakla mümkündü. Öğretmenler birleşip kızak kiraladılar ve yola çıktılar.

Öğretmenler aralarında konuştular Recep'e bir oyun oynama kararı aldılar. Öğretmenlerden biri atların vojlarını eline aldı, deh diyerek, ters bir hareketle kızağı devirdi. Devrilen kızağın altında kalan Recep karların içine gömüldü. Recep canıyla cebeleşirken, öğretmenlerden birisi Recep'i kurtarmak yerine, Recep'in ayağında ki ayakkabının birisini çıkardı, bulunamayacak bir yere fırlattı. Daha sonra kızağı düzelttiler, Recep'i karların içinden çıkarıp şehre indiler. Recep ayakkabılarından birisinin kaybolduğunun farkında değildi. Kızaktan indiler, sabah çayı için kahveye doğru giderlerken, Recep'in düzgün yürüdüğünü gören öğretmenlerden birisi, 'Ya Recep öğretmen, sen ameliyat mı oldun? Topallamadan yürüyorsun. Recep ayaklarına baktı, birde ne görsün uzun bacağındaki mesin üzerinde ki ayakkabı yok. Tabi çok üzüldü, arkadaşlarına 'Arkadaşlar ne düzelmesi, kızak devrildi ya, galiba ayakkabım orada kayboldu. Dönüşte bakar ayakkabımı bulurum.'dedi.

'Recep öğretmen, bırak şu ayakkabıyı paytak paytak yürüyüşün yetmiyormuş gibi birde zıp zıp yürümeye başlamıştın. Ayağın yara bere oldu, belki ayakkabının kaybolmasında bir hayır vardır, var git, kendine yeni ayakkabı al.'

'Arkadaşlar kusura bakmayın, ben o ayakkabıyı bulamadan ölürsem, gözlerim açık gider o dünyaya. Ben ne yapıp edip o ayakkabıyı bulacağım.'

Recep öğretmen şehirden köye döndüğünde öğrencilerinin eline kazma kürek verdi, kızağın devrildiği yerde ayakkabısını arattı ama bulamadılar. Recep kararlıydı, kaybolan ayakkabısını bulmakta, diğer ayakkabısını çıkardı kutusuna koydu, dolapta sakladı. Karlar eridi, bahar geldi, Recep öğretmen yeniden ayakkabısını aramaya gitti, kızağın devrildiği alandan uzak bir yerde ayakkabısını buldu, çok mutlu olmuştu. Evine döndü, dolapta sakladığı ayakkabısını çıkardı, giydi, okula gitti. Recep öğretmen kararlıydı, bu ayakkabılarını giyip eskitecekti.

Recep öğretmen ayakları yere bere içinde kalsa da, şişse de ayakkabılarını ayağından çıkarmadı. Ayakkabılar ayaklarını iyice sıkmaya başlamış, ayakları tahriş olmuş, şişmiş, iltihaplanma olmuştu. Ayaklarında ki yaralar dayanılmayacak kadar acı veriyordu ama iş işten geçmişti.

Sabah ezanından sonra yanık sesli müezzinin sesiyle köye bir sala yayıldı. Allah rahmet etsin, taksiratı af olsun, tutumluydu Recep Öğretmen.