İsyankar insanın en önemli üçüncü özelliğiyse şahsiyet. Şahsiyeti bir kimlik dairesinde ama bu kimlik daha önce verilen bütün kimlik unsurları reddedilerek oluşturulmak zorunda.

Bir isyankarın hayatı boyunca ona takdim edilen bir kimliği direkt olarak kabul etmesi beklenmiyor. Her zaman bu kimliğin içerisinde yazılmış olan noktaları doldururken değiştirmeyi değil kendisine yeni bir alan açmayı talep diyor. Burada bahsettiğimiz şey adının, soyadının ya da doğum tarihinin değiştirilmesi değil. Onların altına en sevdiği yemek olarak tarhana çorbası yazılması bir isyankarın hayatında her şeyden çok kıymetli. Çünkü kimliğinde isminin, cisminin, dininin, cinsiyetinin farklı yazılmış olması onu farklı kılmıyor. Kimlikte hiç kimsenin beklemediği bir şeyin yazılıp kendine has, yerel ve modern olan bir anlayışın olması onu diğerlerinden üstün tutuyor.

İsyan boşluk doldurma değil, doldurmak istediği boşluğa göre cümle yazma eylemidir.

Bütün bu unsurları bir araya getirdiğimizde bunları destekleyecek bir bilgiye ihtiyacımız var. Bu bilgi isyankarın hayatında kendisini doyurmak için sürekli bir ihtiyaç. Bu doyum sürecindeki bilgi her şeyden sonra ve çoğu kez ön yargıya tabidir. Ama işin en enteresan tarafı isyankarların asla ön yargıya sahip olmadıklarını söyleyip kendilerine karşı harekete geçecek bütün unsurlara da "Bize karşı ön yargılı olmayın." demeleridir. Bu bir cehalet ve bilgi sorunsalı olarak adlandırılır. Büyük bir bilgi birikimine sahip olmanın cehalet aşamasından sıyrıldığı anlamına gelmediğini ifade etmek gerekiyor.

İsyan, kesin ve keskin bir cehalettir. İsyanı bastıracak olan şeyse kesin ve keskinliği alınmış bir bilgi asla değildir. Bilgi sahibi olmakla cehalete düşmemek mümkün değildir. Çünkü cehaletin getirdiği koşul, öncekinin yaratıcısını ve varlık sebebini ortadan kaldırmayı öngörür. Bu manada şeytanın çok modernist olduğunu söylemek gerekir. Şeytanın da çok yerel olduğunu söylemek lazımdır. Sonuçta cehaletini öyle bir yerellik ilkesiyle yapmış ki civarındaki bütün diğer varlıkların da kendisine uymasını, en yakınındakilerin onunla hareket etmesini beklemiştir. Kimliğine hiç kimsenin beklemediği başka bir alanı yazıp durmuştur.

"Ben ondan daha hayırlı değil miyim?" derken:

Cevabını "Evet" olarak almayı, kimliği bir başka şahsiyet, bir başka varlık, bir yaratıcı tarafından verilecek olmasına rağmen kendi eliyle vermeyi seçmiştir.

İsyankar adam kendi hayatına karşıdır. Böyle olmak istemediği halde hayatına karşıdır.

İsyan, yaşayanın yaşadığı her şeyi reddetme süreciyle reddetmenin bir zevke dönüştüğü yerde ayrımcılığa karşı olan ifadelerinin varlığıyla büyük bir komedi ve tezat olarak karşımıza çıkar.

İnsanın isyankar olarak başladığı hayatın yakın, orta ve uzun mesafede kusursuz bir isyan oluşturabilmesi için kusursuz adımları olması gerekir. Bu adamın da yetişme çağındaki hayat iksiri, bahsettiğimiz üç temel unsurun gelişim süreciyle yakinen ilişkilidir.

Yakın dönemdeki süreçte kişisel ve aileye bağlı olan olaylar önemlidir. İsyankarın hayatı "Olayların her birisini ben de düşünmek istiyorum. Benim düşüncemi de sorsaydınız ya. Benim düşüncelerimin hiçbir ehemmiyeti yok mu?" şeklinde ifadelerle başlar.

Yanlış anlamayın. Bu sözleri söyleyen bütün çocuklar isyan edecek değil ama gerçek olan bir şey var, insanın kendi itaatini unutarak varlığın kendisini ortadan kaldırma çabası birbirinden ayrılmalıdır. Bir babanın çocuğa verdiği ya da ondan istediği bir şeyi çocuğun reddetmesinden doğal bir şey yok. Sonuçta adı bu, çocuk, genç, delikanlı. Reddeder, daha iyisini ister. Bir yere gitmesine izin verilmediğinde sinirlenir ama aklının köşesinde babasını ortadan kaldırmak yoktur. "Babam olmasaydı bunu yapardım." dese bile...

Çocuklar genellikle bu cümleyi dört ya da beş yaşına kadar kurar. Sonrasında bu isyan sürecini atlatır ve normal olan şekle kavuşur. "Keşke babam böyle yapmasaydı." der. Bu ikisinin arasındaki fark isyan ile kabul etmeme arasında keskin bir çizgidir. (TEVHİT OCAĞINDAN)