"Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim onun borcunu vadesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır." (İbn-i Mace, Sadakat, 14)

"Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet etsin." (Buhari, Büyu, 16; İbn-i Mace, Ticarat, 28)

"Allah Teala sizden önceki ümmetlerden bir kişiyi bağışladı. Çünkü o sattığında kolaylaştırır, aldığında kolaylık gösterir ve borçludan alacağını isterken kolaylığı tercih ederdi." (Tirmizi, Büyu, 75/1320; Nesai, Büyu, 104; İbn-i Mace, Ticarat, 28)

Sabahın erken saatlerinde eda edilmiş namazın gönül iklimine verdiği huzurla eve dönmüşken bir anda ne yapacağımı bilemedim. Kütüphanemden seçmiş olduğum Kütüb-i sitte (Hadis kitabı) isimli 18 ciltten birini seçip okumaya başladım. 3. Cildin ilk cümleleri boy gösterdi ve zikrettiğim hadisi şerifler aydınlattı fikrimi.

İnsanların geçim sıkıntısı çektiği böyle zamanlarda borç alıp, borç vermek hem bir yardımlaşmadır hem de büyük sorunlara, büyük tartışmalara yol açmaktadır. Hatta daha da kötüsü de Müslüman Türk toplumunda "kardeşinden borç alacağına git bankadan kredi çek daha iyi" gibi anlayışların yaygınlaştığı bir zamanda bu sözlerin değeri kat be kat kıymetlidir diye düşünmeden edemedim.

İsterseniz beraber düşünelim bu konuyu. Genel bir ifadeyi daha önce de zikretmiştim Seyyit Kutub'un tefsirinde nakille: "İslam nazariyelerle uğraşan faraziyeler dini değildir. Hayatın gerçeğini çepeçevre kuşatır ve ona uygun kurallar koyar."

Bu İslam'ın, ruhuna işlediği toplumlarda geçerli bir durumdur. Başka sistemlerin ürünü olan birey ve toplumların açıklarını İslam'la yamama gayretine girip İslam dininin kuralları da bir çözüm değil hükmüne varmak haksızlıktır.

Bu genellemeden sonra hayatın bir gerçekliği olarak ekonomiyi, siyaseti, beşeri münasebetleri dilimize dolayabiliriz. Bir adım sonrasında mevzuyu borç almak, borç vermek, sadaka vermek, yardım etmek gibi bir yönü ile parasal diğer yönü ile vicdani konulara bağlayabiliriz. Verdiği borcun karşılığını, vadesi geçmeden alması insanı daha fazla hayır yapmaya teşvik eder. Lakin modern, çağdaş toplumlarda maneviyata bırakılan dar münasebet noktalarında derin problemler yaşıyoruz. Hayatın ölçüsü İslam olmayınca işte böyle problemleri çözebilecek anlayış ve yaklaşım da gurbete ellere savrulmuş oluyor.

Bu hadislerin satır aralarından izliyoruz ki vicdanları yoğurmuş inanç çok aktif olmalı. Satırlarda "kim alacaklının vadesini uzatırsa" manevi bir mükafat var. Lakin bu iklimden uzak kalmış yürekler "enayi miyim ben borç vermişim zamanında da isterim. Bu benim hakkım." demesi yalan da sayılmaz. Fakat hadisi şerif problem olabilecek zamanlarda alacaklıya enayi değil en iyi olabilirsin mesajı veriyor.

Hatta belki de alacaklı burcunu adalet gereği istiyor olmasına rağmen Peygamber Efendimiz (sav), mümin kardeşinin hayatını kolaylaştıran ve ödemenin tarihini erteleyen insanlara Cenab-ı Allah'ın sadaka sevabı yazacağını söylüyor.

Hemen şunu da beyan etmek gerekir ki iman nasip olmamış, maneviyata değer vermeyip inancının gereğini yapmayan ve Cenab-ı Allah'ın kuvvetini kudretini dikkate almayan insanlara ağır gelir. "Tamam, Allah var ve inanıyoruz ama bu başka enayi miyim ben" gibi kendini kötü görebilen insanlara çok ağır gelir. Lakin insanların hayatını kolaylaştırmak isteyenler, yaptığı hayırların karşılığı sadece Allah'tan beklerler.

Böyle hadisi şerifler okuduğum zaman, dünya hayatının güllük gülistanlık olabileceğini, insanların bunca derdine tasasına rağmen huzurlu bir hayat yaşayabilecekleri kanaati, ruhumun her zerresine işliyor. Polyannacılık oynamadan ve dünya hayatının gerçekliğinden kopmadan sorunları İlahi vahyin gölgesinde çözebiliriz diye haykırmak geliyor içimden.

İnanıyorum ki öyle güzel günler gelecektir. Biz kendimizi değiştirdiğimiz zaman kışımız yaza, güzümüz bahara dönecektir...