"Söyleyecek sözü kalmamış adamdan selamlar" diye yazdı satırın başına. Hakikaten söylenecek sözün kalmadığı bir vakit olur muydu? "Sözün bittiği yerdeyiz" diyenler, "yolun bittiği yere gelmiş olanlar" aynı noktada mı duruyorlardı acaba?

İlkin söz vardı, sonunda da söz olacaktı. Her eylemi doğuran bir söz mutlaka vardı. Bunu Yüce Rahmanın "kün fe ye kün"/"ol" der ve o da "olur" ibaresinde görmek mümkün. Böyle bir kudrete ulaşmak için kim bilir neler gerekir. Adam kartlaşmış duygu duvarını aşıp bir güler yüz ile "hoş geldiniz" diyemedi? Öbürü de iki adım atım "nasılsınız?" diyemedi.

İki insan. Biri bu, diğeri ötekisi... İki insanı ayıran kelamsızlığın ardında onca söylem, onca davranış var. Nefislerin ördüğü duvarları aşıp ruhların kaynaştığı zamanlara daha vakit var. Sen yoluna dedi o; sen de yoluna dedi öbürü. İki beden yüzünü ters istikamete sürdü.

Her ikisi de kalbinin fildişi kulesinde taht kurmuş ve oradan ruhlarını yöneten yüce ve ulu nefisleri aşılması zor yasaklar koymuş. Biri dönüp bakmıyor, öbürü de bakışlarını kaçırıyordu. Lakin birinin zihninde tüm ağırlığıyla öbürünün varlığı hissediliyor, öbürünün zihnindekini ise bilen yok.

Kelamın anlamı taşıyamadığı zamanlarda insan sukutun ikliminde yol almalı. Bakışın fitne dolu karanlığında bir çıkış aramalı belki de. Biri mesleğinin yüceliğinden, öbürü cinsiyetinin asilliğinden bir adım atamıyordu.

Bir varı yokmuş gibi kabul etmek istese de ağırlığını hissettiren bir "var" vardı. Düşüncelerden kurulacak bir cümle de henüz kelimelere bürünmedi. Kelimeler saklandıkları yerden başını çıkarıp içeri çekiyordu. Bir davet cümlesi hiçbir yerden hiçbir kimseden gelmedi öbürüne. Her ikisi de böylesi daha iyidir anlayışına kapıldı kısa zamanda.

Kelimeler haddini aşan anlamları zarfa koyar da gönderirse, pirincin beyaz taşlarını ayırmak zahmeti bir kez daha zuhur eder. Diş kırılsa iyi olur ancak kalp kırılınca geri dönüşü olmaz bir yoldur görünen çoğu zaman.

Görünenlerle idare etmeyi bilmeli insan. Ötesini biliyorsan aşikar etmenin anlamı yoktur. Eğer bildiğini bilir de dil zahmet girmezse zarar ziyan büyük olmaz. Her iki tarafta birbirinin ne demek istediğini bilir ya da bilir gibi yapar.

Bazen ihtimalli bir hayatı yaşamak iyi gelir insana. Öylesi de mümkün, böylesi de. Mümkün olanın olası bile ihtimal dairesindedir. Biri bu ihtimali öbürü de diğer ihtimali kabullenir.

Rüzgarı harekete geçirecek bir söz kainatı sardığında, kainat denilen düzenek artık bozulacak ve başka bir düzen kurulacaktır. O düzen içinde sözler bir tartıya konacak ve tartı adaleti gösterecek. Bir sözün kainattaki değerini kim belirleyebilir ki? Bir davranışın ağırlığını kelimeye değil de niyete gizleyen bir inancın güzelleriyiz.

Niyet, bir gönül işidir. Bir niyetin kurulması da bir bilginin işi. Bilgi, okumanın ve duymanın zihinde topladığıdır. Öyleyse görülenler ve duyulanlar niyetin çekirdeğini, niyette de eylemin anlamını ve değerini işaret buyurur.

Selamdan başka söyleyecek sözü kalmamış iki insan selamlaşmadan yollarına döndü. Birisi, bir adım ileri attı, gönlü ve zihni bir adım geride kaldı. Biri gönlüne düşeni yazdı bir adım, bir başını döndürmesiyle her şeyi soluklaştırdı maziyi. Çünkü beklenen günler henüz gelmemişti. Birinin anlattığını, ötekinin kavradığı gün geldiğinde söylenmemiş onca söz bir askeri nizamla yürüyecek dilden dile.