Adı: Aslında bir Sanat Var...Sanat, birey ve toplum üzerine denemeler den oluşan Prof. Dr. Sadettin Ökten tarafından kaleme alınmış harika bir kitap. Yazarını daha önce dinlemiştim. Eşim tarafından alınmış ve masaüstüne bırakılmış bu kitaba şöyle bir bakınca uzun zamandır düşündüğüm konuları içerdiğini gördüm.

Ne yapılması gerektiğini kavramıştı zihnim. Yine "vira bismillah" diyecek ve satırlarım üzerinden engin anlam denizlerine kanat çırpacaktım. Sanat ve sanata dair düşündüklerim, okuduklarım ve bu konudaki açlığımız ortada iken bu kitap iyi gelecekti dertlerime...

Kitabın girişinden sonra yedi bölüm üzerine tasarlanmıştı. "Bireyin sanatla tanışması" bölümünün ardından "birey(estetik özne) ve değer" bölümü yer almakta. Üçüncü bölüm "sanatkarı" tanıtırken dördüncü bölüm "sanat eseri" hakkında bilgi vermekte. "Toplum ve sanat" başlığı diğer bir bölümü oluştururken ardından en zor en sıkıcı bölüm diye nitelendirebileceğimiz "sanat ve batı estetiği..." Kitabın genel bir özeti mahiyetindeki sanat faaliyeti yedinci ve son bölüm olarak karşımızda durmaktaydı.

Nasıl okuduğumu daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Önemli kelimelerin, bazen cümlelerin altını çizmek, bazı kelimeleri dikdörtgen kutucuğu içine almak, bazı paragrafların yanına yıldız atmak, bazen de derkenar denilen kıyılara not düşmek şeklindedir. Kitabın önemli satırlarından birkaç tanesini yazarak tanıtmak isterim ama o çok resmi oluyor. O yüzden aklımda kalanları söylesem daha iyi olacak.

Öncelikle bu kitaptan bende kalan ve öğrencilerinle paylaştığım bilgiler şunlar. Sanat eseri dediğimiz zaman aklımıza ilk anda üç şey gelmesi lazım. Sanatkar, bu bir; sanat eseri, bu iki; bir de sanat eserine muhatap olan birey, bu da üç. "Birey, sanat eseri ile nasıl tanışır?" sorusunun cevabı aranmış. Sadettin Hoca küçük yaşlarda yetiştiği çevrenin sanata ve sanatçıya bakışı noktasında bereketlenmiş. Lakin bizim gibi ekmeğinin peşinde olan, sanatı hayatına nadiren sokabilen insanlar için meseleyi sıfırdan ele almış.

Birey olarak sanatla her daim muhatap olmamız gerekir. Çünkü insanın sadece midesi boşalmıyor. Gönlü boşalıp gözü de görmeyince eksik kalabiliyor insan. Dolayısıyla sanatın insan için ne kadar değerli olduğunu ve çevremizde birçok sanat eserlerine muhatap olduğumuzu vurgulamaya çalışıyor.

Hakikaten namaz için İshakpaşa Camiine veya alışveriş yapmak için kapalı çarşıya girdiğimizde tarihin ağırlığı yavaş yavaş benliğimizi sarmakta. Alışverişin veya ibadetin acelesi yoksa nasıl yapıldığını düşünmeye başlarız. Camideki bir hat yazısı ya da kapalı çarşının kapısındaki bir kitabe her zaman dikkatimizi çekevektir. Dili olsa da bize başından geçenleri anlatsa.

Birey, sanat eserinin gayr-i ihtiyari bir değerlendirmesini yapar. O kısacık vakit içinde yetersiz bilgisi ile belli belirsiz hükümler verir. İyi, faydalı, güzel, harika gibi sözler resmi geçitle dökülür ağzından. "Abi, adamlar yapmış, o zaman hangi teknik vardı, bunu nasıl düşündüler, böyle şeyleri nasıl yaptılar gibi değerlendirme cümleleri sanatçıyı ve sanat eseri ile birlikte o sanatın ortaya çıktığı zaman ve mekanı tatta toplumu da içine alan bir sanatsal uzaydan bahsedilebilir, der.

Sanat eserini ele alan Sadettin Hoca önce tanımlamış, sonra o sanatın ham maddelerinden söz açmış sonra da ortaya çıkan ürünün "temel değerler" çerçevesinde biçimlendiğinden bahsetmiş. yani bir esere bakarken görebileceğimiz en önemli unsurun işlevsel yönü ve simgesel yönü noktasıdır.

Mesela İstanbul Boğazı'na üçüncü köprü yapıyorsunuz ismine Yavuz Sultan Selim koyuyorsunuz, Çamlıca'ya bir cami yapıyorsunuz amentü'nün şartının temsil olsun diye altı minare döktüyorsunuz... Dahası onlarca örnek verilebilir. Elinizde yazı yazdınız kaleminiz çok sevdiğiniz bir arkadaşınızdan hatıra olabilir. Yazması, işlevsel yönü iken, hatırası da simgesel yönüdür. Sanat eserleri her milletin temel değerler dizgesine uygun olarak icra edilir. O sebeple farklı toplumların farklı temel değerler dizgesi vardır.

Sonra yazarımız sanatkarı ele alır. Sanatçı aramızda bir medeniyet tasavvuru içinde yetişir. Hassas ve özel bir insandır. Herkesin gördüğünden duyduğundan daha ötesini görebilecek hissedebilecek bir duyarlılığa sahiptir. Bir sanatçının yetişmesinde ustanın ve ekolün önemine vurgu yapmış yazarımız. Sanatkar geleneğin içinde bir taraftan kendini daraltan çizgilerin akışında giderken bir taraftan da özgün olma ve mazi aşma gayreti içinde olabilir.

Sanat eseri işte bu yetişmiş sanatkarın; yani bir şairin, bir ressamın, bir bestekarın, bir mimarın ilham edilmiş üstün gayretleri ile oluşan eserlerdir. Modernist zihniyetin tasavvuru ile şekillenmiş sanat eserini o anlayışa göre yapacaktır. Lakin İslam medeniyet tasavvuru çerçevesinde yetişmiş sanatkar eserini almış olduğu eğitime göre inşa edecektir. Yani hatta tezhipte, ebruda, mimaride, minyatürde, dizelerde ve benzeri her alanda medeniyet tasavvurunun oluşturduğu temel değerler üzerinden sanat kendini gösterecektir.

Söz sözü çeker, çok uzar bu muhabbet... Merak edenler çok istifade ettiğim bu eseri alıp okuyabilirler değil mi?