Karasal iklimin özelliğini sergileyen kentin sokaklarında sıkılan ruhunu dinlendirmek için deniz kıyısına yürümenin iyi geldiğini biliyordu seyyah. Coğrafya ve psikoloji üzerine çok şeyler söyleyebilir ya da yazabilirdi. Lakin yaşadığı küçük şehrin bunaltıcı havasından kurtulup metropolün girdabında savrulmak da isterdi zaman zaman.

Yine bir İstanbul yolculuğu onca yorgunluğuna rağmen nasıl da iyi gelmişti seyyaha. Aslında dar vakitlere sıkıştırılmış sevgileri söylemeyi sevmez ve yakıştırmazdı kendisine. Böyle zamanlarda "yarım elma gönül alma" prensibini harekete geçirdi ve saçına sakalına aklar düşmüş öğretmenini ziyarete gitmişti seyyah.

İstanbul kadar hatırı vardı iki güzel bilgiyi kendisine öğretmiş o güzel insanın. Yirmi yıldır kendisi de edebiyat muallimliği ile meşguldü seyyah. Hocasının kıymetini anlaması için bu yeterliydi. Karşılıklı koltuklara oturup maziyi, hali ve geleceği doladıkları dillerinden karşılıklı dualar dökülerek ayrıldılar.

Dua kadar kıymetli birkaç cümle daha hediye edilmişti bu ziyaretinde genç edebiyatçı seyyaha.

"Şu yaptığın var ya çok değerli bir şey... Öğrencilerini, üniversite okudukları şehirlerde ziyaret etmek...İstanbul, Ankara, Erzurum... Bu senin için basit görünse de öğrencilerin için çok özel vakitler, çok değerli anı olarak kalacaktır...."

Bu cümleler söylenirken, iki yıl önce, öğrencisinin öğrencileriyle tanışmış bir tecrübeydi ifadeye bürünmüş anlam. Hem kendi öğrencisine hem de onun öğrencilerine biçtiği "değer yüklü anlam" Kasım ayının ilk günlerinde gönülleri mesrur ediyordu.

Ak saçlı, ak sakallı tecrübe, Süleymaniye Camiinde, o masmavi semadan tebessüm eden güneşin pırıl pırıl aydınlattığı boğazı seyrederken selam veren sesin sahibini tek başına ağırlanacağını nereden bilmişti ki. Hakikaten çok özel bir buluşma olmuştu. Koyu yeşil montlu seyyah bir öğretmen ile omuzlarına dökülmüş bordo başörtülü bir öğrenci Süleymaniye'nin terasından tarihin havaya kalkmış parmağı misali Galata kulesini, mavi sularıyla boğazı, yolcu dolu vapurları, çığlık çığlık uçan martıları, tespih tanesi gibi akan araçları ile 15 Temmuz şehitler köprüsüne bakıp özel bir anı paylaşacağını nereden bilmişti?

Yine bu ak saçlı ak sakallı bilge muallim, Mihrimah Sultan camiinde sesi berrak su gibi gönülleri serinleten tıp talebesi ile kitaplarla süslü mekanda çok özel bir muhabbeti nereden bilmişti. Tebessüm yüklü simasına eşlik eden sevgi ve heyecan dolu cümleleri iki bardak çaya katıp yudumlayacaklarını nereden bilmişti?

Elleriyle büyüttüğü, bilgisinden bilgi kattığı öğrencisini o ak saçlı ak sakallı bilmeyecek de kim bilecekti. Özel ve güzel olmasını için dua edilmişti ve maksat hasıl olmuştu. Sınav haftası olması, sebebiyle bir çok öğrencinin teşrif edemediği bu dillere destan gönüllere şifa olan İstanbul ziyareti kadim dostlarının tatlı muhabbetleriyle son bulması ayrıca bir güzellikti.

Beş vakit namazın beş büyük camide eda edilmesi hayatın nasıl şekillenmesi gerektiğinin bir ifadesiydi seyyah için. Sabah namazının Eyüp Camiinde kalabalık bir cemaatle kılınmasıyla başlayan yirmi dört saatlik yolculuk öğle namazında Süleymaniye Camiinde kız öğrencileri ile buluşmaya vesile kılındı. İkindi de Fatih Camiinde erkek öğrencileri ile buluşma saati olarak ayarlanması gurur vericiydi. Akşam namazı için Mihrimah Camii ve Yatsı Namazı için de Valide Sultan camileri içinde huzura duruş için seçilmiş harika mekanlardı.

"Edebi bir seyahatname" olsun diye tasarlanmış cümlelere ev sahipliği yapan bu yazının gerçekte bir "vefa belgesi" olmasını istedi edebiyatçı seyyah. Okulların kapandığı karne günü mikrofondan davetini yapmıştı İstanbul'u kazanan tüm öğrencilerine .

Şimdi, davetine icabet eden bir iki öğrencisiyle vaadini yerine getirmenin huzuru ile sıkıcılığından zaman zaman şikayetçi olsa da sevdiği kente, hatıralarını besleyen, umudunu büyüten bu şehre geri döndü.