Üç gündür Fatih Camii civarındaki herhangi bir kahvede oturuyorduk, hatırlarsanız. Yaşlı amcaların işlettiği, bilenlerince meşhur, sandalyeleri bile eski zamanlardan kalmış bir çay ocağında mis kokulu çaylardan yudumluyoruz. Sevgili eşim, "ben, çayı sıcak içmeyi severim" der ve muhabbet araya girince bekleyen çayın halini tahmin edersiniz.
Böylesi bir çay keyfi arasında daha önce şurada öğrencilerimle oturduğumuzu zikrederken, aklıma yıllar önce bir edebiyatçının dilinden İstanbul tanımı dinlemiştim." İstanbul'da herkes istediğini bulabilir. Her semt ona aradığını verir." Evet, İstanbul insanın kendini içinde bir yerde bulmasına vesile olur, diyesim gelmişti.
Fevzi Paşa caddesinde vitrinlere baka baka ilerliyoruz. Kaldırımları adımlarken kulağımıza çarpan sesleri anlamadığımızın farkına varınca bir uluslar arası bir kentin büyüklüğünü hissediyoruz. Fatih Parkındaki Fatih Sultan Mehmet'in ve sağında solundaki alimlerin askerlerin sembolize eden heykelleri görüyoruz. Oğluma, arka planda Bizans'tan kalan Su Kemerini gösteriyorum. Ne işe yaradığını sorunca, Yerebatan Sarnıcı ve şehrin su deposu konusunda kısa açıklamalarla yetinirken Sultan Ahmet Meydanında göreceğimizi beyan ediyorum.
Fatih parkından Mısır Rabia meydanı arasında kurulan gönül köprülerini hatırlatıyorum aileme. Rabia Meydanlarının kutlu direnişinde görevi devralan bir avuç Türkiyeli gönül sahibi insanlara İnegöl, İshak Paşa Camiinden dualarla kurduğumuz bağlantılardan söz açıyorum. Elimiz de fotoğraf makinesi, bazen annesiyle oğlumu, bazen de Oğlum Yusuf Kerem annesiyle babasının fotoğrafını çekiyor. Güneşin sıcaklığı gönlümüzdeki sıcaklığı da artırıyor. Sevdiklerinizle böyle bir mekanda olmaktan memnun oluyorsunuz.
Şehzade Camii, avlusuna giriyoruz, kısa bir inceleme ver ardından ayrılış zira Cuma'ya Süleymaniye Camiinde olmalıyız. Üniversite okuyan öğrencilerimden topladığım bilgileri her adımda paylaşıyorum ailemle. Oğlumun kafası iyice şişiyor ama bu fırsat kaçırılmaz. Yükle yükleyebildiğin kadar. Bir konferansta, "yürüyerek bir şeyler anlatmak daha kalıcı olur" denmişti.
Kestirme yollardan İstanbul Üniversitesinin arkasından Süleymaniye'ye akıyoruz sular seller misali. Zira Cuma vakti yaklaştı. Öncelikle Mevtaları ziyaret. Başta koca Sultan Kanuni'nin türbesi ardından hazirece medfun zatlar. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa türbesi, Mehmet Zahit Kotku, Yusuf Bozkurt Özal, Hafize Özal, Ahmed Gümüşhanevi Hazretleri bildiğimiz bazı isimler. Dua dua eller karıncalaşmış" makamından sonra göğe uzanan şahadet parmakları misal minarelerden Allah'ın büyüklüğünü haykıran kelimeler yükseliyor semalara: Allahü Ekber Allahü Ekber...
Süleymaniye'de bir Cuma namazı kılarken Yahya Kemal'in bu mekanda yazdığı bayram namazı dizeleri aklıma geldi. Bütün bir Anadolu insanı bu kubbenin altında toplanmıştı sanki. Okunan hutbe de çok hoşuma gitmişti. Zira metin hadis-i şeriflerin anlamını içeriyordu ancak özel bir cümle yapısı içinde dikkatimi çekmişti. Binlerce insanla geniş kubbenin altında huşu içinde kılınan namazlar gönlümüzü hoş etmişti.
Karnımız yeterince aç olmamasına rağmen bir kuru fasulye ikram etmezsem olmaz. Köşedeki lokanta bu işi iyi yapıyordu. Artık öğrendik oğlumuza her şeyi az söylüyoruz. Zira yiyemeyince tabağını sünnetlemek bize kalıyor ve bu temizleme işi kilolarımızı azdırıyor. İstanbul Üniversitesi giriş kapısı restorasyonda idi. Beyzayit Camii de öyle. Kuşlara yem atmak istedik ama yetişmemi gereken Top Kapı Sarayı vardı.
Sahaflar çarşısından geçip kapalı çarşıya daldık. Daha önce hiç girmemiştim işim olmaz diye. Ancak oğlumun hatırına girdik ve Bizans'tan kalma Çemberli Taş'ın önüne çıktık. Ne yaptığımızı tahmin ediyorsunuz. Deklanşöre bastık birkaç kez. Sultan II. Abdülhamit Han'ın türbesine ulaşırken Ziya Gökalp'in kabri karşıladı bizi. Cami ve Türbe ziyaretleri fazla olunca oğlum biraz sıkıldı. O, hala Topkapı diyordu.
İşte Sultan Ahmet Meydanındayız, altı minaresinin ihtişamı ile güneşin önünde kalıp süliet biçiminde görünürken, Ayasofya'nın boyaları dökülmüş kızıla çalan duvarlarında ikindi güneşinin ışıkları soluyordu. İlerledik, Topkapı'nın önündeyiz. Kalabalık akıyordu içeri. Takıldık peşlerine, geçtik ana kapıdan. İleride gişeler vardı. Kapanma saati yaklaşmıştı. Gezmek uzun sürdüğü için sonraya bırakacağım sanıyordum. Geri döndük, Ayasofya'nın yan tarafında açılına ufak mescide ikindileri eda ettik. Yerebatan Sarnıcın önünden aktık Gülhane parkını silme geçtik ve Sirkeciden Marmaray'a bindik. Şimdi Üsküdar Meydanındayız. Başladığımız yere gelmiş olduk. Bir balık sefası, bir iki bardak çay ve rüyadan uyanış...
.