Geçtiğimiz hafta Marmara Bölgesinin özellikle Doğu kısmı şiddetli yağışlar nedeniyle sel felaketine maruz kaldı.Yaz mevsimi yüzünü göstermek konusunda istikrarsız.Uzmanı olduğum bir konu değil ama geçtiğimiz günlerde denk geldiğim bir haber şehirlerimizde yaşanan yoğun betonlaşma ve buna paralel olarak gelişen çarpık kentleşmenin iklimi bozduğu kanaatini paylaşıyordu.

Eskiler ; Aslan yattığı yerden belli olur derler.Yaşadığımız şehirlerin durumu da toplumsal durumumuz hakkında elbette az çok ipucu verir.Yok edilen yeşil alanlar,çarpık düzensiz kentleşme ve betona gömülen,eski siluetini kaybeden kadim şehirler sorunumuz var.Başta yöneticiler olmak üzere herkesin sorumlu olduğu bir durum.

Eğer yukarıda bahsettiğim adam doğru ise betonlaşma meselesi iki yönlü çalışan bir zarar mekanizması.Birincisi iklimi de bozmak suretiyle geniş yelpazede çevre ifsadı,bir diğeri ise insanın manevi dünyasını bozan harap eden manevi ifsat...

Bizler kadim bir medeniyetin evlatlarıyız. Manevi dünyamızı inşa yolunda ciddi zenginliklere sahibiz.Kendimizle,çevremizdeki insanlarla,doğayla ve yaratıcı ile ilişkilerimiz konusuna ciddi anlamda emek sarf eden bir yaşam tarzına sahip bir medeniyetin mirasçılarıyız.Ancak yaşadığımız yüzyılda bu medeni mirası göremez yaşatamaz olduk.Küresel gelişmelere ayak uydurmak adına ister istemez bu mirası göremiyoruz. Çarpık kentleşme bunların sebeplerinden biridir.

Şehirlerde yüz binlerce insan bir arada yaşıyoruz.Sanayi ve teknoloji ürünlerini kullanıyor ve makineleşmeyle birlikte makineleşen bir kafa yapısına sahip oluyoruz. Şehirlerin gürültüsü kaos boyutunda ve bu kaos insani tarafımızı ciddi anlamda etkiliyor.Artık eski komşuluk ilişkilerimiz yok.Mahalle kültürü yok olmanın eşiğine gelmiş. Şehirlerin gürültüsünden kendi kafamızı dinleyemiyor kendimize dahi yabancı kalıyoruz.

Kendimizi tanımaya en çok ihtiyacımız olan bir dönemde kendimizden uzaklaşıyoruz .En çarpıcı örnek ; Gökyüzüne baktığımız zaman hakkıyla temaşa edemiyoruz.Betondan sokakları aydınlatan sokak lambalarının yoğun etkisi gökyüzünü net bir şekilde görmemizi ve Allah'ın gökyüzündeki ayetlerinitefekkür edemiyoruz.17 Ağustos depreminde insanlar gökyüzündeki yıldızların çokluğunu depremle ilişkilendirmiş ve korkmuşlardı.Oysa şehrin tüm ışıkları kesikti ve ışıkların eksikliği gökyüzünü daha net görebilmemize sebeb olmuştu.Betondan dünyaların esirleri olarak bunu anlayamamıştık..

Bu konunun olumsuz etkileri üstüne daha çok yazılıp çizilebilir. Çözüme gelecek olursak bu elbette kökünden çözülecek bir sorun değil.Artık Dünya çok farklı ve bunun geri dönüşü yoktur.Sadece sorunları en aza indirip ıslah mantığıyla özgün ve isabetli çözüm yolları aramanın ideal olduğunu düşünüyorum. Yapılacaklar ve yapılması gerekenler bireysel olarak cok farklı, Sivil toplum unsurları olarak çok farklı,bürokratik olarak çok farklı.Akla mantığa uygun romantizmden aşırılıktan uzak çözüm yollarını rehber edinip mücadele etmenin de insana ayrı bir zenginlik katacağını ve kaybettiğimiz medeniyet ruhunun yaşanması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda ciddi bir yol kat edileceğine inanıyorum..

Selam sevgi ve muhabbetle...