Liseli delikanlı, edebiyat dersinde, akıllı tahtaya yansıtılmış "İlham Veren Hikayeler"nen birini dinliyordu. Benim bir hikayem var, diye başladı ekrandaki siyah pardesülü kahverengi örtülü bayan.

Ekranın sol alt tarafında Tülay Gökçimen, yönetmen diye yazıyordu. Zaten tanıştırırken kendisini belgesel yönetmeni olduğunu açıklamıştı.

Aslında, mazlum coğrafyalarda aktivistlik yapan bu hanımefendi kendi ufak hikayelerinden birini ya da birkaçını anlatmak için sahnedeydi.

Daha iki ay öncesine kadar neden masum ve mazlum yetimler için bu kadar samimiyet ve gayretle koşturduğunu fark etmişti. Yıllar öncesine gitti bakışları.

Gözlüklü çocukların çok şanslı ve zeki olduklarını düşünen hanımefendi küçük yaşta bir gözlük sahibi olmayı istemiş. Okulunda o günlerde yapılan göz taraması sebebiyle gözlerinin biraz bozuk olduğu ve gözlük takması gerektiğini öğrenince çok sevinmişti.

Ancak eve geldiğinde kağıdı babasına uzatırken meramının ya da dermanın o kadar uzakta olduğunu fark edememişti. Babası günlerce gözlük alıp getirmedi.

Belki de bu sebepten babasının "hemşire ol" isteği ile annesinin "öğretmen ol" talebini sessizce geçiştirip "ben gazeteci" olacağım demişti.

Eline bir kamera alıp gönül coğrafyasının mazlum diyarlarında adım adım gezmiş gözlüğe ihtiyacı olan ne kadar çocuğa ulaşabilmişse hepsinin gözüne bir tane takabilmişti.

Liseli delikanlılığı, bu hikayeyi dinlediğinde "kadın başına" bunları yapabiliyorsa kendisi de bir şeyler yapabilirdi mazlum ve masum çocuklar için.

Yetim çocukların nerelerde ve nasıl yaşadığını görünce İstanbul'daki evinde oturamaz olan bu fedakar hanımefendi başından geçen olayları da peş peşe anlatıyordu.

"Hikayemin iki kısmı Bosna Savaşı'nda başladı. Batının göbeğinde 21. yüzyılda yapılan insanlık suçuna şahitlik etmek, vicdan sahibi bir gün için ızdırap idi.

Fakat bu zorluğu yenip Bosna'da olduğu gibi Suriye'de, Filistin'de belgeseller çekmiş, mazlum çocukları dünya gündemine sokabilmişti.

Birleşmiş Milletlerin izlediği belgesel sayesinde tepkisini ortaya koymuş daha da ötesini yapmamıştı.

Fedakar Anadolu insanı cömertçe elindekini paylaşmayı bilmiş ve bu yardımları da kamerasıyla tespit etmişti.

Bu çalışmaların birini de, Türkiye'nin güneyindeki Reyhanlı bölgesinde yaşamıştı. Misket bombaları ile vurulmuş çocuklar, kadınlar ve zayıf insanları görmüş. Bir defasında sedye ile çocuğunun son defa emzirmiş bir anne getirmişler.

Annesinden emdiği sütü dudaklarında tazeliğini koruyan ufak bebek gazetecinin kucağında kalınca insanlığı bağrına basmış. Anne sütünü bebeklere haram kılan bir sisteme karşı amansız ve apansız bir mücadele için çamur demeden, yağmur demeden yollara düşüp insanlık köprüleri kurmaya çalışan bu hanımefendi ile mutlaka irtibata geçmeli ve kendi lisesinde de hayır faaliyetlerine başlamalıydı delikanlı.

Yapması gereken şey sadece olan biteni okuldaki arkadaşlarının gündemine sokmaktan ibaretti. Bunu da yapmaya niyetlendiğinde ilham veren öykülerin hakikate dönüştüğünü bizzat yaşıyor olacaktı delikanlı.