Kır saçlı adam, ömrü vatana millete hizmet edip öğrenciler yetiştirerek geçmiş bir ilim insanını anmak /yad etmek istiyordu. Yüreklere gömülmüş acıların anmakla tazelenmesinden çekinse bile yakınlarını memnun ve mesrur edeceğini de biliyordu.

"Anmak/yad etmek" deyince kadim kitabın sayfalarına dikti gözlerini. Rahman olan Rabbimiz, "anmak" eylemiyle ilgili bir emir veya bir tavsiye veriyor muydu?

Aradığını buldu Meryem süresinde. Ayetlerde söyle geçiyordu:

"Kur'an'da İbrahim'i(n kıssasını da) an. Şüphesiz ki o, sıddık (özü, sözü doğru) bir peygamberdi." "Kitapta Musa'yı da an; şüphe yok ki o, ihlasa mazhar olmuş şeriat sahibi bir peygamberdi."

İşte, yolu aydınlanmıştı. Şimdi işini en güzel biçimde yapabilirdi. Lakin "anmak" kelimesini kullandığında her zaman "an(la)mak" kelimesi de gelirdi. "Anlamak" kelimesini de bir çağ, bir yol, bir düşünce geliştirmiş insanlar için kullanılmasını uygun gördüğünü fark etti. Ardından eser bırakmış veya bir düşünce geliştirmiş insan için anlamak kelimesini yakıştırdı, diye düşündü adam.

Ancak Sami Koparan Hocası da bu anlamda değil miydi?

Sami Hocasının anlamaktan daha farklı bir boyutu vardı onun için. Sami Hocası yol üzerinde idi, istikamet sahibi bir neferdi. O, önden gidenleri samimiyet ve ihlasla takip etmeye çalışan inanmışlardan biri idi.

Vefatı esnasından yaşananları öğrendiği sevgili yavrusu da ifade etmişti bunu: "Babam, sekerat /ölüm anını bize nasıl anlattı ise öylece bu dünyadan göçtü gitti." İşte, yolda olmanın en güzel ispatı.

Son nefesin, son anların insan hayatı için bir özet olduğunun bilinciyle meseleye yaklaşırsak geriye anlaşılmayacak bir şey kalmıyor. "İstikamet üzere olmak" ve öylece bir hayatı yaşamak, onu bir ömür hediyesi diye her şeyi bilen Rahman'a takdim etmek ne güzel bir hakikatti.

Güzel insanlara kıymet vermek; onları yaptıkları ile güzel güzel anmak toplumda güzelliğin hakim olması için atılmış bir adım olacağı düşüncesi şakaklarına kırlar düşmüş adama çok değerli bir iş yaptığı inancı veriyordu. Hayırlı insanları tüm hayırlarıyla birlikte toprağın altına hapsetmediğimizi beyan etmek değerli bir şeydi hem onun için hem de gelecek nesiller için.

Sami Hocasını andığında, dostları yıllar öncesine dönecek gönüller de hüzün olsa da dudaklarda bir tatlı tebessüm açacaktır. Çocukluğundan tutun da yetişkin olduğu çağlar, Kur'an Kursu hatıraları, Üniversite günleri, öğretmenliğinin acemilikleri, 28 Şubat'ın mağduriyet günlerine kadar ne varsa her şey anlatılacak... O gecede herkes kendisine bir hisse çıkaracaktır.

Bir de Efendimiz (sav)'in; "Üç kızı olup da bunları İslam ahlakına göre yetiştiren ile cennet beraberiz" hadisini okuyup da Sami Hocamızı gıpta makamında düşünmek de güzel olacaktır.

Adam Cuma akşamı Sani Konukoğlu konferans salonunda düşündü kendini:

Kürsünün arkasında mikrofonun önündeydi şimdi. Okunan Kur'an-ı Kerim'den sonra kıpır kıpır dudaklarıyla Fatiha'sını okuyup ellerini yüzüne sürdü ve başını kaldırdı. Haziruna baktı. Salonda ayakta bekleyenleri görünce hocasının çok sevildiğini hakka'l yakin hissetti. Bir iki saniye sükut ve ardından dizeleri seslendirmeye başladı:

Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.

Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.

O kısa çizgiydi bu akşam anlatılanlar ve anlatılacak olanlar. Bunca güzel insan o kısa çizginin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlatacak. Tüm sevinçler, tutkular, heyecanlar beklentiler, hizmetler, koşuşturmalar o çizginin içinde.

Adam, İnegöl Kültür Vakfında bazı sabahlar Sami Hocasının elinden aldığı bir tas çorbanın tadını unutmak istemiyordu. Ha, bir de Sami Hocasından sonra sıkıca kiminle tokalaşsa hocasını hatırlıyordu. "Sami Hocam gibi elimizi sıkıyorsunuz" derdi muhatabına.