Çok istemiş olmalıyım okumayı. Bu kadar büyük bir iştahla roman okumamıştım hiç. Neden bahsediyorum diyeceksiniz? İskender Pala'nın son romanı olan Akşam Yıldızı'ndan. İki hafta önce abonesi olduğum Yeni Şafak gazetesinin pazar ekinde yazarla yapılan bir röportaj yer alıyordu. Yazarın Göbeklitepe meselesine bakış açısını röportajda okumuştum. Büyük gayretini ve çalışmalarını takdir etmiştim. İşte bunların ardından bir an önce kitabı alıp okuma isteğimin önüne geçemedim. Tatili fırsat bilerek bir anda okuyayım istiyordum. Fakat250 sayfalık romanı bir günde okuduğum ne duyulmuş ne görülmüş bir şeydi.

Röportajında ve kitabının önsözünde belirttiği gibi bir Göbeklitepe romanı idi bu. Göbeklitepe'yi tarihi bir inanç merkezi olarak görenlerin burasını çok farklı amaçlara hizmet ettirmek istiyor olduğundan bahsediyor. Onlara karşı yazarımız kendi gayretleri ve çabası doğrultusunda romancı perspektifiyle farklı bir bakış açısı getirmeye çalışmışlığından söz açıyor.

Böyle tarihi romanlarda, yazarın hayal gücünü ve gerçek verilere dayandırma çabasını her zaman takdir etmişimdir. O mekanları gidip görmek, oradaki eşyaları incelemek, tarihi dönemler hakkında bilgiler toplamak ve bunları belli bir olay çerçevesine yerleştirmek.

O tarihi donemdeki inanç ve gelenekleri tespit edip kahramanların nasıl davranacağını tahayyül etmek kabiliyet isteyen işlerden olsa gerek. Romanın fragmanı diyebileceğim önemli noktalar şu kavramlar üzerinden şekilleniyordu sanki.

Büyücü kabilenin inanç ve öğretilerini temsil ediyor o zamanlar. Kitaptaki adı "konuşan"dır. O büyücünün güzeller güzeli bir kızı ve onun da kimden peydahladığı belli olmayan kaşı, kirpiği sarışın, saçsız ve uğursuz evladı.

Romanımızın başkarakteri Sarıca isimli biri savaşçı. Kabile Ulu Ruh ve Ulu Ağaç gibi kavramlar çokça geçer. Kabilenin savaşçıları ağacın etrafında elele tutulup kurtulmak isterler. Fakat patlama çok şiddetli olur, hayvan ve insanların hepsi ölür. Sadece Sarıca ve Çira, bir de Çıra'nın uğursuz bebeği sağ kalır. Yıllar milattan önce 12. Asır....

Sarıca'nın babası bulunduğu toplumda aykırı fikir sahibi. Babasından iyilik adına çok seyler duymuş, tecrübeler edilmiş bir savaşçıdır delikanlı. Babasının sözleri arasında öğreten ve uçan haberci gibi kavramlar yer almaktaydı. Bir de hakikati arama vazifesi ile görevlendirilmiş bir nasihat.

Patlamadan geri kalan küçük bir köpek yolcunun yol arkadaşı: Parmak. Sarıca köpeğe parmak kadar deyip peşinden gelmesine izin verdiği anda Çira, tırnak kadar çocuğunun hayatını ondan korumak isteyince bebeğin ismi belli olur: Tırnak

Kabilesinin dağılmasından sonra dört kişilik kervan diyar diyar gezer, nehirler aşar. Bir ağacın dibinde uyurken, en büyüğü Sarıca'nın yarısı kadar olan yabancı savaşcılar tarafından Çıra ve yavrusu Tırnak esir edilir ve götürülür. Sarıca ise bir ağaca kollarından yukarı asılır, kargısı ve bıçağı ulaşması güç yere bırakılır.

Akşam Yıldızı'na bakıp birlikte bir oba kurmayı hayal eden bu iki genç birbirinden uzun zaman ayrı kalır. Sarıca Çira'yı nereye götürdükleri konusunda takip etse de derenin kıyısında izleri kaybeder ve gölün etrafındaki kabileleri gezerek aramaya koyulur.

Sonra iyi insanların bulunduğu bir kabile denk gelir. Dikburun, kabilenin önde gelen birisi, ona bazı değişik bilgiler verirken maden isminde bir yüzü gözü kapalı / maskeli bir büyücüden bahseder. Bir de Göbektepedeki tapınaktan.

Sarıca uzun zamandır Çira'yı aramaktan yorulur ve o kabile de yeni şeyler öğrenmeye adar. Hafıza isminde birinden "öğreten"in öğrettiklerini ve hakikat yakalamaya çalışır. Hafıza, 365. öğrencisi olarak Sarıca'yı kabul eder ve Göbektepedeki Maden isimli büyücüsünü uyarmak için görevlendirilir. Sarıca Göbektepe büyüsünü konuşmalarını/vaazını dinler. Yüzündeki maskeden dolayı tanıyamadığı büyücü, sevdiği Çira'dır.

Ayrı geçen günlerin neler getirdiğini Çira'dan tek tek dinler. Oğlu uğursuz Tırnak, yakın kabilede batıl ve zalim bir büyücü gibi davrandığını öğrenir. Hatta tanrılık iddialarında bulunur eşsiz bir güç elde eder.

Sarıca, Tırnak ile mücadele etmek ister ve yaptıkları yanlışlığı anlatmak ister. Tırnak çok kibirlidir. Bir tertip yaparlar ve kabala oyunu oynayıp onu mat eder. Annesini yendiği gibi bir zamanlar, çocuğunu da yenip manevi şahsiyetini otoritesini zedeler. Kötü ahlaklı hayasız, edepsiz, kadın düşkünü ve yalancı Tırnak, sözde babasıyla yaptığı oyunda yenilince ikinci kez oyun oynama teklifi kabul etmez ve Sarıca'nın yendiği taktirde istediği biçimde her evden bir buğday tanesi almak şartıyla Çira'ın yanına döner.

Sonra tırnak ve adamları obayı basar ve savaş olur. Bu arada Sarıca'nın Ulu Ruh dediği Dikburun'a Rab diye tanıttığı Allah bilgisi örtüşür.

Yazarımız, İdris peygamber'in insanlara değişik bilgiler öğrettiğini Allah'tan aldığı vahyi insanlara aktardığını terzilik mesleğini geliştirildiğini anlatır.

Babasından bir vakitler dinlediği nasihatlerle öğretenin yani elçi'in yani bir akşam uçan habercinin anlattıkları aynısı olduğu anlaşılır. Sarıca hem kabilenin liderliğini üzerine alır hem de 365 öğrenci olarak öğretileri savunmaya devam eder.

Göbektepe bir mabettir ve Ulu Ağacın sanki Ana'ya inşa edilmiş biçimidir. Duvarlardaki inek, yılan, kurt, tilki vb. motiflerinin her bir kabilenin sembolü olduğunu anlatır. O mabette ölenler ahirete ulaşsın ve Rabbe kavuşsun diye sunaklar hazırlanır.

Aklımda kalan son intiba şudur. Göbeklitepe'yi pagan dininin merkezi gibi göstermeye çalışan zihniyetin karşısında, oralara da mutlaka bir elçi gelmiş, orada da bir inanç/tevhid mücadelesi olmuş, burada peygamberlerin anlatımlarına yer verilmiş.

Sanırım kitabın yüklendiği misyon beni peşinden sürükledi. Tatilin ikinci çarşambası sabahtan akşama farklı satırların altı çizilmiş, kenarlarına ufak tefek notlar düşünmüş okunmuş bir kitap haline dönüştü.

Tavsiye edilecek bir kitap mı? Meraklıları için, evet... Yazarının dilinden ve kitabın konusundan hoşlananlar için, evet. Büyük bir alt yapı gayretini görmek ve takdiri karşılıksız bırakmayacak okuyorlar okuyucular için, evet. Hadi canım bu kadar da olmaz, bunların hepsi kurgudur deyip boş vermeyecekler için, evet.

Öyle sanıyorum ki bu konuda farklı zihniyetteki biri bu kadar çalışıp ortaya bir eser koysaydı; görmediği yerler hakkında, yaşamadığı çağlar hakkında kendi pagan dünyasından birçok işaretler barındıracaktı. Biz de "vay anasını neler olmuş" deyip inanacaktık kurgusallığına bakmadan.

Tevrat'ı, İncil'i, Kur'an-ı Kerim'i okumuş ve Göbeklitepe ile alakalı bir sürü arkeolojik araştırmaları, bilimsel çalışmaları takip ettikten sonra böyle bir eserin o dönem zihniyeti üzerinden kurgulamaya çalışılması Hakkı teslim edecek, bir eserin ortaya çıkması hüsn ü kabul ile karşılanabilir ancak.