Rakım Efendi: "Mösyö Ziklas!.. Cenab-ı Hak işte hem üç yüz bin lira servetinizi ve hem de nur gibi kerimenizi size tekrar ihsan eyledi." demiştir. -Bu cümlenin altını çizin.

-Neden hocam!

Sıradan bir edebiyat dersi gibiydi. Liseli genç, Tanzimat dönemi romanlarından biri olan Felatun Beyle Rakım Efendi romanını takip ediyordu. Bilmediği kelimelerin altını çiziyor, güzel ibarelerin kıyılarına işaretler koyuyordu. Daha önceki derslerde hocası böyle yapılmasını salık vermiş ve etkili dinleme böyle olur demişti. Çok sıradan bir cümle gibi görünen şu cümlenin altını çizmek aklına gelmemişti. Demek ki önemli oluşu herkese göre farklılık arzediyordu.

Altını çizmek, üstündekilerin önemli olduğunun kabulüne işareti. Bu cümle içinde "servet" kelimesi ve "kerimeniz" (yani kızınız) kelimesinden başka değerli ne olabilirdi? Ha tabii bu edebiyatçıya göre bir de "Cenab-ı Hak" kelimesi önemli olabilirdi. Zaten Rakım Efendinin telaffuz ettiği mümtaz cümlenin öznesi de o kelimeydi. Özne bir cümlenin en önemlisidir. Özne olmasa zaten hiç bir iş bile yapılamaz.

Sadece bu cümlenin değil bütün kainatın öznesi Cenab-ı Hak idi. Liseli genç, edebiyat öğretmeninin böyle ilahiyat mevzularında dindar bir tavır takındığını biliyordu öteden beri. Bunu bir tarz veya yöntem olarak benimsemiş değildi. Bazen öğretmenin, meslek kimliğinin ötesinde samimiyetle bir şeyler anlattığını tespit etmişliği vardı.

Liseli gençlerin arasında yayılmaya yüz tutan deizm ve ateizm gibi batıl inançlar konusunda oldukça hassas idi. Yeri geldikçe dersin amaçlarına uygun bir şekilde dini yani hayati konulara girdiğini bilir ve böyle anları yakaladığında hemen ihlaslı bir dinleyiş pozisyonu alır. Öğretmenin dudakları arasından dökülen her bir kelimeyi zihin havuzunda toplamaya çalışırdı liseli genç. Çoğunluğu kız olan sınıfta kim, neyi, ne kadar anlardı, bunu biliyor gibiydi edebiyatçı. Güzün ektiği tohumların, boy vereceği baharların geleceğinden ümit kesmeden her fırsatta anlatırdı.

Liseli genç, bu akşamda sofra başında annesine anlatabilecek bir mevzunun baş verdiğini bir anda hissedip altını çizdiği kelimenin hemen yanı başına kalemini bırakıvermişti. Bir de işin bu tarafı vardı. Edebiyatçının anlattıklarını sofrada anlatınca eski öğretmeninin sözlerini evladının dilinden dinleyen annesi mest oluyordu. Kısaca bu akşam annesi de sevinecekti.

"Gençler!"

Hitabıyla başlayan muhabbet, arka sıralarda konuşan, uykulu her kim varsa dikkatini bir noktaya toplamıştı.

"Bu cümle içinde var olan anlam, maalesef, gittikçe kaybolmaya yüz tutuyor günümüzde. Eğer bu cümle günümüz de yazılmış olsaydı belki de şöyle olacaktı: "Ne şanslısınız Mösyö Ziklas!.. İşte hem üç yüz bin lira servetinize ve hem de kızınıza tekrar kavuştunuz."

Eski kültürde ya da eski yaşam biçimine yönelik bir söyleyiş biçimidir diye ifade etmek istemem ancak bir cümlenin öznesine Cenab-ı Hakk'ı yerleştirip o cümleyi öylece telaffuz etmek ancak bin yıl İslam dinine inanmış ve hizmet etmiş zihni ve kültürel bir arka plana sahip olmanız gerekir.

Gençlerin günlük hayatta neredeyse lügatından çıkardığı, yok saydığı ve hatta doğru dürüst kabullenemediği Yüce Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini gönlünde hissedercesine telaffuz etmek... İşte 21. asrın modern söylemleri arasında ne kadar yer edinebilir. Nietzsche'nin dediği gibi "Tanrı öldü" diyerek birçok şeyi yok sayar, sıfırlar...."

Gençler, ders kaynıyormuş moduna girip rahatlamışlardı sanki. Boşuna birtakım konuşmalar yapıyormuş gibi görülse de kalplerde olan Allah inancının yok edilmeye çalışıldığı, görmezden gelinmek istendiği bir dönemde böyle bir cümlenin altını çizip telaffuz etmesi büyük bir farkındalıktı.

Dilimizde günlük hayatta capcanlı olan ama gerçek anlamını yitirmiş de bir argo havasına bürünmüş olan "eyvallah, inşallah, maşallah, biiznillah...." gibi sözler çok değerlidir. Çünkü bu ülkede bilimsel mantığa ya da eğlence kültürüne dayanan bir yaklaşım biçimi bu kadar yaygın değilken belki de her cümlenin öznesi Allah idi.

Allah adın her kim evvel ana.

Her işini asan eder (kolaylar) Allah ona.

Öyleyse gençler Allahsız olmaz... Onun adını yüceltmenin en anlamlısı onu aklın ürünü olan cümlelerin öznesi yapmaktan ve böylece inanmaktan geçer.

Zil sesi muhabbeti bölünce edebiyat dersinden bir parmak bal daha çalınmıştı liseli gencin ağzına.