Martın 12'sinde kaleme alınmış bir yazıyı okuyorsunuz. 99 yıl önce bir bağımsızlık hissiyatını haykırmak maksadıyla iman dolu yürekten feyz dolu satırlar damlamıştı.

Korkma, aykırı ışığıyla milletini cesaretlendiren bir İslam şairidir Mehmet Akif Ersoy. Bugün İstiklal Marşı'nın Meclis tarafından kabul edilişinin yıl dönümü.

Ehl-i kitap olan milletler bilirler ki Kitap yani yazılı metin çok değerli, çok kıymetlidir.

İstiklal Marşı'mız herhangi bir şiir metni değildir. Akif'in kaleminden yazdırılmış ilahi nağmeleri andıran bir hürriyet manifestosudur.

"Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal" derken Rabbimizle bayrak aracılığı ile konuşan Şair, dökülen kanların hoşnut etmesini beklemektedir bizim adımıza. Hakk'a tapan inançlı Milletimizin hür olması gerektiğinin altını çizmiştir bastırarak.

Hürriyeti, hava gibi, su gibi tüm insanlık adına bir hak olarak bilen şair, başka insanların haklarına tecavüz eden ve onları esir etmeye çalışan şaşkınların yüzüne tokat gibi hakikati haykırmıştır.

Mehmetçiğe "arkadaş" gibi çok samimi bir dille hitap ederek, Vatana göz dikenlerin gözlerini çıkaracak, el uzatanın ellerini kıracak ve bunu yaparken Allah'tan yakin bir zafer geleceğini müjdelemektedir en yakın zamanda.

Bir vatana sahip olmak... Hem de yeşilin en tazesi ile güneş ışınlarının en parlaklığıyla ve dağların en yücesiyle... Sevdiklerinle üzerinde mutlu, mesut yaşanılan bir vatanın olması sanki insan canına can katması anlamına gelmektedir şair için. O yüzden böyle bir vatan için can vermek insana ağır veya zor gelmez.

Ve şair, İlahi, diye Rahman'a seslenir bu güzel vatan topraklarında hür ve özgürce yaşarken ezan seslerini de asla susmamasını diller. Namahrem elleri mabetlere değmemesin ister, sanki yakın geleceği görürmüşcesine.

"Etmesin tek vatanımdan dünyada cüda" dediği dua cümlesi kabul görmemiş olmalı ki Anadolu'dan ayrılarak Mısır'da 10 yıl kadar Türk Dili Ve Edebiyatı dersleri vermiştir. Hastalandığında vatan toprağında ölmek için İstanbul'a gelmiş ve çok özürlü günler geçirdikten sonra hiç yaşamamışcasına vefat etmiştir. Cenazesi de garib kalmıştır.

Asla Milletine, Devletine, Vatanına bedel ödetmeyi düşünmemiştir. Kendisinin yaptıklarına karşı, kendisine yapılanlardan ötürü bir mihnet duymamıştır.

Sadece Mısır'da Osmanlı'nın son Şeyhü'l-İslamı Mustafa Sabri Efendi: "Neden İstanbul'da Osmanlı Devleti'ne yardımcı olmadın da, Ankara hükümetine yardımcı oldun?" diye sorduğunda, koca bir ömrün gönül sızısı olarak not düşebileceğimiz ve İslam adına eksi (-) yazılabilecek her türlü faaliyeti veya yenilikleri toptan ifade eden bir yakınma sözü ile bitirmiştir cevabını İslam şairi Mehmet Akif Ersoy:

"Mustafa Sabri Efendi, ben böyle olmasın diye çok çabaladım. Ama Takdir-i İlahi böyleymiş."