"Ben yurdumu kocaman bir çınara benzetirim. Ölümsüz ağaç da denilen, yüzlerce yılı, onlarca yüzyılı devirebilen çınar ağaçları gibi bizim Cumhuriyetimiz...Bu tür ulu ağaçların en büyük düşmanı, onu alt edecek tehlike ne yazık ki o bildiğimiz küçücük ağaç kurtlarıdır...

Eğer kurtlar girmişse içine, uzun yıllardır onu içten içe kemirip duruyorlarsa, biz onların varlığını farkedene, tedbir alana kadar olanlar olur... Vaktinde farkedersek koruyucu tedbirlerle önüne geçebilir, en azından kuruyan dallarını temizler, yeniden yeşertebiliriz...Eskisinden daha güçlü büyür gider o zaman...Yeni yüzyıllara ulaşır...

Yeter ki, iş işten geçmeden tehlikeyi görelim, elele verelim...Şimdi olduğu gibi... "

Doğa, bize pek çok ipucu verir dünyanın düzeni üzerine, eğer biz bunları görürsek, bunlar üzerinde düşünürsek...

Karşıdan bakarsınız koca, ulu bir ağaç! Dalları göğe direk...Gövdesi kalın mı kalın. Asırlık bir çınar...Kollarınızı açsanız yarısını bile saramazsınız. Gövdenin kabukları genç ve diridir, pırıl pırıl yanar.

Günlerden bir gün birden ortalık alt üst olur. Bir fırtına patlar, sel, su, şimşek, yıldırım...Sanki kıyamet kopar...O göğe direk sapasağlam görünen ağaç yıkılıverir bu gürültü patırtının ardından...

Bazen bunların hiçbiri olmaz. Durduk yerde, bir sabah veya bir gece, ağaç kendi kendine yıkılıverir...

Şaşkınlığınız geçince bir bakarsınız, yıkılan gövdenin içi boş! O pırıl pırıl yanıyor görünen kabukların içi yok. Kurtlar kemirmiş...Yalnızca toz parçaları, ağaç kurtlarının artığı küçücük odun parçaları var ağaç gövdesinin içinde!

Yine meyve almışsınız eve. Mevsim meyveleri...Tabakta uzunca bir süre öyle duruyor. Olgunlaşsın diye bekliyorsunuz. Kocaman, taptaze, sert, mis kokulu elmalar, ayvalar, armutlar...Mevsimine göre, erik, şeftali, kayısı, portakal...

O da ne, bir gün ayvanın sap tarafında bir karartı beliriyor. Minicik. Nokta kadar. O gün buna önem vermiyorsunuz. Ertesi gün bu nokta biraz daha büyümüş. Yine iş güç arasında ne o meyveyi temizleyip yiyebiliyor, ne de önlemini alabiliyorsunuz. Dolaba koymak, çürüyen yeri kesmek gibi...Bir kaç gün böyle geçiyor...Bir de bakıyorsunuz o belli belirsiz görünen leke meyvenin yarısından çoğunu sarmış. Sonunda bir ur gibi tamamen bitiriyor, kapkara yapıyor meyvenizi, o önce, küçücük bir lekeymiş gibi başlayan çürük...

Ayrık otu, yaban otları, zararlı otlar da böyledir. Bahçenizi, bağınızı, tarlanızı bakımsız bırakmaya görün... İhmal edin...Bu otlar kıyısından köşesinden girer tarlanıza , bir bakarsınız her yanı sarıvermiş....Asıl ürün boğulmuş...Kalmamış, kaybolup gitmiş...

Öykülerimizi tek tek ele alırsak: Ben yurdumu kocaman bir çınara benzetirim. Ölümsüz ağaç da denilen, yüzlerce yılı, onlarca yüzyılı devirebilen çınar ağaçları gibi bizim Cumhuriyetimiz...

Binlerce yıllık Türk devlet geleneğine bağlı kökleri...Çınar ağaçları kadar bağımsız, tek başına büyüyen, başı göğe yükselen, boyun eğmeyen...

Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimleriyle güçlenen, şekillenen, büyüyen Cumhuriyetimiz... Kurulduğu andan beri ağaç kurtlarının saldırısına uğrayan, kurtçuklarca kemirilmeye çalışılan, içine girilmeye çalışılan Cumhuriyetimiz...

Atatürk döneminden sonra da, sen ben kavgalarımızla, aymazlığımızla veya kandırılarak korunmasını ihmal ettiğimiz Cumhuriyetimiz...

Bu tür ulu ağaçların en büyük düşmanı, onu alt edecek tehlike ne yazık ki o bildiğimiz küçücük ağaç kurtlarıdır... Eğer kurtlar girmişse içine, uzun yıllardır onu içten içe kemirip duruyorlarsa, biz onların varlığını farkedene, tedbir alana kadar olanlar olur...

Vaktinde farkedersek koruyucu tedbirlerle önüne geçebilir, en azından kuruyan dallarını temizler, yeniden yeşertebiliriz...Eskisinden daha güçlü büyür gider o zaman...Yeni yüzyıllara ulaşır... Yeter ki, iş işten geçmeden tehlikeyi görelim, elele verelim...Şimdi olduğu gibi... (DEVAM EDECEK)