Kalbine yük gelen her şeyi satırlara dökmeye alışmıştı. Bu kendisini daha iyi hissettirdiğini anladığından beri alışkanlık haine gelen bir eylemdi. Duyguları ona haddinden daha fazla ağır geliyordu. Satırlara döktüğü her kelimede biraz daha fazla hafifliyordu. Fakat üstüne çöken bu huzursuzluk hükmünü sürdürmeye devam ediyordu. Yazacak çok şeyi vardı elbette. Söyleyecek çok sözü... Ve en önemlisi de yarım kalan bir hikayesi vardı, bir türlü tamamlayamadığı.

Bu yüzden hep yazdı... Yazdıklarımla varım dedi kadın, çünkü gözlerinin içine bakıp konuşamazdı. Anlatamazdı bildiklerini, tümüyle söyleyemezdi geçmişini. Yaraları vardı kadının henüz kabuk bağlamamış. Acıları vardı sineye çektiği, insanlardan gizlediği. Düşleri vardı çiçekler kadar güzel ve bir o kadar da zarif. Hayalleri vardı kadının, gerçekleşmediği için bir köşeye buruşturulup atılan. Ve en önemlisi de yaşanmışlıkları vardı kadının yarı gerçek yarı hiç

O aslında böyle biri değildi. Henüz bu noktaya nasıl gelebildiğini de idrak edememişti. Her ne kadar içinde bulunduğu bu durumu yaşadıklarının sonucu olarak görse de bu tamamıyla kendisini rahatlatmaya yetmiyordu.Sahi ne değişmişti dünden bugüne, ne yaşamıştı?Ya da ne yaşayamamıştı, neler kaçırmıştı ki öfkeliydi bu kadar benliğine?Belki de her şey kafasının ona oynadığı bir oyun, bir aldatmacaydı.Zaten hayat da zaman zaman aldatmaz mıydı insanı?Hiç beklemediği bir anda ona kurnazca oyunlar oynamaz mıydı?Alt tarafı hayat işte deyip kalbini rahatlamak istedi ama hala benliğini tatmin edememişti.Ve hala kendisinin nasıl değiştiğini idrak edememişti.O aslında böyle biri değildi.Evet, değişmişti...Hem de çok.Eskiyle kıyaslanamayacak kadar çok.

Zamanla her insan değişebilirdi fakat o nasıl bu noktaya kadar gelebilmişti?Zaman nasıl olurda bu kadar acımasızca davranabilmişti ona?O mutlu, her daim yüzünden tebessümü eksik etmeyen ruhaniyeti nereye gitmişti?Bu soruya kendinden başkası da yanıt veremezdi.Cevabını bulduğu halde kendisine dahi inkar edemedi.Çünkü o kalbindeki hüznü alıp itinayla vücudunun her hücresine sıvazlamıştı.Artık olaylar onda diğerlerine bıraktığı etkiyi bırakmıyor, duyguları ona gittikçe yük olmaya başlıyordu.Gözleri sık sık dalıyor ve içindeki boşluğun nereden geldiğini, her gün giderek daha ne kadar büyüyebileceğini merak ediyordu.Bir insanın sadece bir insanın diğer bir insanı yokluğuyla nasıl değiştireceğini ve sınayacağını çok iyi öğrenmişti.Bu imtihana razı olmuştu.Artık gücüne de gitmiyordu.Lakin bu böylede devam edemezdi.Bir şeylerin mutlaka bir şeylerin değişmesi gerekiyordu.

Göğsüne saplanan şu özlem duygusunu daha fazla taşıyamayacağını iyi biliyordu.Her ne kadar içinden haykırmak geldiyse de o sustu...Kitaplardan öğrenmişti susmayı.Halbuki kitaplar çok şey öğretmez miydi insana?Peki neden susmuştu?Konuşmak varken en kolayı dururken, neden seçti sessizliği?Neden terk etti kendisini içindeki depreme?Belki konuşsa anlamayacaklardı, belki de konuşsa yarım kalacaktı...Yarım kalan her hikaye, her yazgı gibi o da eksik kalmıştı.Aslında onun savaşı da kavgası da kendisiyleydi.Zaten bugüne denk kendisini üzdüğü kadar kimseyi üzmemişti.Hayatın ona kurduğu tuzaklara aldırış etmeden yaşayıp gitmişti.Peki dünden bugüne ne değişmişti?Ne olmuştu da her şey birden bire aklına nüfus etmiş ve onu içten içe bitirmeye başlamıştı?

Büyük imtihanlarımız vardı, evet.Her şeyden büyük...Kimi insanların yazgıları acılarıyla bütünleşmiş yaşanmayı bekliyor adeta.Soluk soluğa koşturduğumuz şu fani dünyada mutluluktan çok, mutsuz olmamak tek beklentimiz.Onun da hayattan tek temennisi buydu.Çok az olsa da bir umut yeşertebilmişti içinde.Nefes aldığına göre hala bir şansının olduğunu düşünüyor ve metanetini kaybetmiyordu.

Büşra Ağırbaş