Bayram geçeli bir hafta olacaktı ancak o bayramda ürettiği düşünceleri paylaşmadan edemedi. Zira bu mübarek Ramazan ve Kurban bayramları Allah'ın izniyle müslümanların mutlu günleridir. Hayatının çizgilerini ilahi olandan örnek alarak belirliyen genç adam düşüncelerini paylaşacaktı.

Gelenekle iç içe geçmiş ibadetlerin özüne baktığında gördüğü hikmetler, bu milletin insanlığa kattığı değerler niteliğinde olduğunu biliyordu. İslam'ın toplumsal bir din olduğunu en net biçimde bayaramlarda görebildiğini fark etti.

Genç adam, bu bayramlarda bir temizlik havasının, bir yenilik rüzgarının estiğini gördü. Bayram temizliği yapılıyordu evlerde bahar temizliği gibi. Beden temizliğinden ev, sokak, mahalle ve şehir temizliği zincirin halkaları gibi birbirini takip ediyordu.

Sonra bayramda kapıyı çalacaklara ayrı ikram, misafirlere ayrı ikramlar, baklavalar hazılanır. Allah kabul etsin, kesilen kurbanların etlerinden kesemeyenlere, ihtiyaç sahiplerine paylar gönderilir. Mezarlıklardan başlayan ziyeretler ("Biz ölüleriyle yaşayan bir milletiz" demiş ya Yahya Kemal), büyüklerin elleri öpülerek devam eder. Kardeşler, "baba evinde" toplanır ve bu yıllarca böyle devam eder. Geçen bayram yaşayıp da bu bayram olmayanlara "Fatiha"lar okunur hüzünle birlikte. Hüzün ve sevinç bir arada kolkola yaşar bu zamanlarda.

Şimdilerde batıdan kopup gelen bireyselcilik mikrobu müslüman neslin içindeki egoyu depreştirmiş olduğunu görüyordu genç adam. "Ben ve benim isteklerim" "ben ve benim beğendiklerim" vb. yaklaşımlarlar akrabalar, külüne muhtaç olunan komşuları artık "el alem" sıfatıyla ötekileştirmiş olduğunu okuyodu dergilerden.

Dinimiz, insanın sosyallaşmesine çok bonus(!) veriyor. Geçer akçe bonus ya onun için kullandı. Çünkü ekonomik bir değer anımsatıyor bonus kavramı. Sevap, hayır, hesanat, Allah için iyilik yapmak, artık batının tuzağına düşmüş beyinler için bir şey ifade etmiyordu.

Düşündü genç adam, tek başına namaz kılarsan bir sevap, cemaatle kılarsan yirmi yedi kat sevap... Allah'ı sevindirmek, Onu mutlu etmek istersen bir garibin ihtiyacını karşıla, gibi cümleleri hatırladıkça güzel bir dini olduğuna sevindi.

Sonra kurban bayramı olması vesilesi ile radyoda duyduğu Fuzuli'nin o dudak uçuklatan dizesini anımsadı ve derinden bir heyecan yaşadı:

Yılda bir kurban keserler halk-ı alem iyd için

Dem be dem saat be saat ben senin kurbanınam

(Birileri ibadet için yılda bir defa kurban kesiyorlar. Ben ise her an ve her saat senin için yeniden kurban olmaya hazırım ve belki de bu ayrılık yüzünden kurban olmadayım..)

Bütün gün kurban ile meşgul olmayı da düşündü. O kadar isabetli bir davranıştı bu. Allah için kan dökmek. Onun emri ile İbrahim (AS) öğrendiği teslim olmayı kavradı. İsmail'ini kurban etmeliydi, yani en sevdiği şeylerin adına boğazlamalıydı kurbanını. Zira Habil ile Kabil'in imtihanında en güzel ve samimi olanın kurbanı kabul edilmişti Rahman.

Bayramlaşmalar yapıldı delikanlının katıldığı. O meclislerde Arakan'da Müslümanlara, Budistlerin zalimce yapmış olduğu zulümleri konuştular. Her bayram böyle konuşmaları duyuyordu ve bu sebeple doya doya sevinemediğini hissetti.

Bayramların her şeye rağmen çocukları sevindirdiğini, büyükleri mutlu ettiğini düşündü. Sonra Alvarlı Efe Hazretlerinin meşhur şiirini terennüm etti. Can bula cananını /Bayram o bayram ola / Kul bula sultanını /Bayram o bayram ola.
Asıl, kalıcı bayramların kişinin sevdiğini bulduğu ya da kulun efendisini, yani Rabbine vasıl olduğu zaman gerçekleşecekti. Bir ağacın altında gölgelenen bir adam gibiyim diyen Efendimiz (sav)'in "Dünya da rahat yoktur" sözünü her daim yaşıyordu.
Hüzn ü keder def ola/ Dilde hicap ref ola/ Cümle günah af ola/Bayram o bayram ola.
Keder ve üzüntünün yok olacağı, gönüllerdeki perdenin kalkıp da hakikati gördüğünde, tüm günahların bağışlandığı vakitlerin gerçek bayram olduğunu bir kez daha kavradı genç adam. Bunları "bayramlık düşüncülerim" diye not etti.