Günümüzün en üzücü yönlerinden birisi de eski nesil ile yeni neslin arasının gittikçe açılmasıdır.Bu açılma,çok hızlı ve bir çok şeyi beraberinde götürerek gerçekleşti.Tarih kitaplarımız da okuduğumuz kadarıyla eskiden değişim ve başkalaşım yavaş yavaş gerçekleşirmiş.Yani birkaç nesil geçermiş o değişimler için.

Ancak günümüz de değişim ve başkalaşım bırakın birkaç nesli ,baba ile oğlu birbirine yabancılaştıracak kadar hızlı bir şekilde seyrediyor.Hele dede ile torun arasında ise sanki yüzyıllar geçmiş gibi bir durum yaşıyoruz.

Özellikle bu değişim ve gelişim daha çok kültür alanında kendini gösteriyor.Dede-baba ile çocuklar arasında ki kültür farkı gittikçe açılıyor.Artık dedeler ve babalar kendi dönemlerindeki adet ve gelenekleri anlatırken çocukları onlardan habersiz bir şekilde dinliyor ve tabii ki görmediği için de tuhaf oluyorlar.

Gelenek ve görenekler (örf ve adetler) bir toplumun temelidirler.Dinimiz bile İslam'a aykırı olmayan örf ve adetleri desteklemiş hatta fıkıh kitaplarımızda ayet ve hadisler de geçmeyen bazı konuların çözümü için o yerin örf ve adeti tavsiye edilmiştir.

Gelenek ve görenekler (örf ve adetler) uzun araştırmalar sonucu ortaya çıkmış ve bir sebebe dayanan güzel kurallardır.O kuralları bazen bilmeden kullanıyor veya uyguluyor olsak ta mutlaka temelinde güzel bir sebep yatmaktadır.

Yakın zamanımıza kadar gelen ancak çocuklarımıza kadar -maalesef-ulaşamadan kaybolan bazı gelenek ve göreneklerimizden örnekler vermek istiyorum.

-Ramazan ayında iftar vaktinde hiç kimse evinin kapısını kapatmazdı.Çünkü o beldeye gelen yabancı bir misafir sokakta aç kalmasın diye.

-Zenginler gizli olarak mahalle bakkallarını gezer, borcunu ödeyemeyen mahallelinin borcunu defterden silerlerdi.Ertesi gün bakkala gelen o fakir mahalleli borcunun silindiğini bakkaldan öğrenir ancak kimin verdiğini bilmezdi.

--Eski sokaklara bakın hiçbir evin kapısı karşıdaki ev ile tam karşı karşıya değildir.Sebebi de kapılar aynı anda açıldığında iki komşu birbirinin evinin içini görmesin diye.

-Eskiden evlerin kapısı üzerinde iki tokmak bulunurdu.İnce tokmak hanımlar içindi.Kalın tokmak erkekler içindi.Evin hanımı tokmağın sesine göre kimin kapıyı çaldığını öğrenir ona göre davranırdı.

-Eskiden bir evde hasta varsa o evin penceresinin önüne sarı çiçek konurdu.Mahalleliler o evde hasta olduğunu öğrenir ve o sokaktan sessiz geçerlerdi.

-Eskiden bir evde yetişkin genç kız varsa o evin penceresinin önüne kırmızı çiçek konurdu.Yani pencereye balkona bakıp rahatsız etmeden geçin, demekti.

-Eskiden bir mahallede biri vefat ettiği zaman günlerce kimse radyo/müzik açmazdı.Vefat edenin evine komşular üç gün boyunca yemek götürürlerdi.Acılarından dolayı yemek yapamazlar diye.

-Eskiden fırınların girişinde "Askıda Ekmek" askıları vardı.Ekmek alan vatandaşlar askıya asmak için de birkaç ekmek parası bırakırdı.Yoldan geçen fakirler o ekmekleri görür ihtiyacı kadar alırdı.

-Eskiden camilerin bahçelerinde "Sadaka Taşları" vardı.Yatsı namazından sonra camiden çıkanlar oraya para bırakır.Geceleyin de ihtiyacı olanlar gelir ihtiyacı kadar alırdı.

-Eskiden kahvelerin adı "Kıraathane" idi.Yani oyun ve kumar yeri değil,okuma yeriydi.Çayını içerken diğer yandan da okurdu.

-İnegöl'lüler yolun ortasında neden yürürlerdi? Kimsenin penceresinin ve balkonun yakınından yürüyüp onları rahatsız etmemek için.

-Günümüz de taziyeler de söylediğimiz "BAŞINIZ SAĞOLSUN" un anlamını hiç düşündünüz mü? İlk bakışta sanki ölen öldü sen sağ ol gibi bir anlam anlaşılıyor.Oysa bu kelimelerin anlamı şöyledir:

BAŞ:Yara,dert ve üzüntü,demek.

SAĞOLSUN (sağalmak):İyileşmek,Rabbim hafifletsin,demek.

Yani "başınız sağ olsun" derken ,yaran şifa bulsun,Allah acını azaltsın,hafifletsin demektir.

Gördünüz mü? Büyüklerin sözleri gerçekten sözlerin büyüğüdür.