Dedesini yeşil tabutun içinde gören çocuk, gözyaşlarına hakim olmadı. Daha ortaokul çağlarında olmasına rağmen derin bir hüzne gark olmuştu. Bugün toprağa verilecek 98 yaşındaki asırlık dedesiyle aynı odayı paylaşıyordu son bir iki aya kadar. Son aylarda dedesi ile ilgilenen babasına bırakmıştı yerini.

Dedesini kaybeden çocuk, babasından ve dedesinden çok şeyler öğrenmişti. Okuldan çıkınca eve dönüşü, dedesinin yalnız bırakmayışı, onunla şakalaşmasını, ona seslenişini, her türlü ilgisini görmüştü. Daha iki haftaya kadar babası, dedesinin kulağı dibinde;

Aman çeşme canım çeşme

Can Muhammed'i görmedin mi?

Şimdi burada abdest aldı

Sonra gitti camisine" ilahisi söylerdi.

Dedesinin ölü halini görünce neler hissedeceğini kestirememişti çocuk. Bunun geçici bir hal olduğunu sanıyordu. Hayatının içinde o kadar çok olmuştu ki aile kaç kişiden oluşur diye sorsalar; "anne-baba, dede ve torundan ibarettir" diyecek kadar benimsemişti. Şimdi dedesinin hatıralarıyla birlikte üç kişi kalmışlardı. Dedesinin çok özleyecekti. Onun torunu olmaktan çok mutluydu.

Babası mezarlıktan dönerken "-Babamdan miras kalan nedir, biliyor musun?" diye sorduğunda aklına birkaç paça dünyalık gelmiş olsa da söylemedi. Babasının neler diyeceğini merak ediyordu.

"Oğlum, dedenden bana miras kalanlar sabır dolu bir hayat. Sabır mirası, büyük bir mirastır. Anneme felçliyken on yıl baktı tek başına ve ben bir gün şikayetini duymadım. Sonra camiye koşmayı mirasa bıraktı. Hala, çemlenmiş gömleğin kollarının indirirken camiye doğru seğirttiğini gün gibi hatırlarım. Sonra ise bir işle meşgul olmanın güzelliği miras kaldı. Ne diyordu deden; "Ar eden kar edemez." Emekli olduktan sonra kaşık, beşik, düdük yapar onları boynuna asar sokaklarda çocuklara satardı, değil mi?

Hele o prensip kokan sözünü hatırlasana oğlum. Deden "ayağını sıcak tut, başını serin, kendine bir iş bul düşünme derin" derdi. Belki de bu anlayışı onun uzun yıllar sağlıklı ve zihninin dinç kalmasına vesile oldu. Günler geçtikçe kim bilir daha nice miraslar çıkacak ortaya.

Dedesinin mezarına dua etmeye giden çocuk, ellerini açıp Fatiha okudu dedesine ve kendisini görmediğin ninesine. Yirmi iki yıl ayrılığın ardından kara toprağın bağrında bir araya gelen iki büyüğünü sevdiğini hissetti ellerini yüzüne sürerken.

Annesinin sözlerini hatırladı... Dedesine hizmette kusur etmeyen, çocuksuz geçen on yıl boyunca çocuğu gibi görüp hizmetini eden annesinin dedesi hakkındaki sözleri. "Yavrum, bu deden büyük insan, şu felçli eşine on yıl hizmet etmiş ya, kimselere muhtaç etmeden. Beni de Allah ona hizmetçi göndermiş, demek ki"

Anne ve babasının bu sözleri de kendisine miras kalacaktı galiba. Her ikisi de Allah'ın buyurduğu gibi yaşlandığında "of" bile demeyin ayetinin yaşıyorlardı. Zaman zaman annesi "-Benin iki tane yavrum var, biri on yaşında diğeri de doksan yaşında" derdi. Evin bereketinin büyükle birlikte olduğunu biliyordu ikisi de. Sıkılmadılar mı hiç, söylenmediler mi hiç... Tabii ki bunlar da oldu ancak hürmetten ve hizmetten geri kalmadılar. Dedesini kaybeden çocuk, annesinin büyüklerine hürmet eden insanlara çok büyük saygısı olduğunu her daim görürdü.

Sokakta arkadaşlarıyla oynayıp eve dönerken koca bir boşluğa yürüdüğünü düşündü. Merdivenleri çıkarken dedesinin kendisine "kurik, kurik" diye seslenişini... Yemeklerden sonra, "nerelisin sen, hangi köyden?" sorusuna "-Erikliden" diye bağırınca dedesinin "-Ben de İclaliye'den" dediğini... Diğer akşam da aynı soruya tam tersini söylediğinde ardından dişsiz ağzını çevreleyen beyaz sakallarının oynayışını hatırladı...

Dedesini Rahmana uğurlayan çocuk, Cuma günü okul çıkışından sonra eve geldiğinde dedesinin ne kadar uzun boylu olduğunu fark etti. Çenesinin altından çevrilmiş bir bezle başında bağlanmış, içine çökmüş gözleri kapalı, sapsarı solgun bir sima ile yatağında uzanmış yatıyordu. Halası, vefatından bir saat önce gelmiş, ellini tutarak dualar okumuş ve dedesi de gözlerini canlı bir şekilde açıp yavaş yavaş ferinin söndüğünü dinlemişti.

Babasına sarılıp "-Şimdi sen yetim mi kaldın?" dediğinde gözyaşlarına hakim olamadı. İçine sıkışıp kalan duyguların sel olup coşmasıyla başını babasının göğsüne koyup inlemesi onu rahatlatmıştı.

Cenaze evinde dünya imtihanının bir sorusunu en güzel biçimde tamamladığına onca insan şahitlik edip Kur'anlar okuyordu. Komşuların, dostların eve yemek getirmeleri ne güzel bir adetti. Herkes bir şekilde üzüntüyü paylaşıyordu. İkramlar, ziyaretler, taziyeler, dualar ve ahrete kalan buluşmalar...